12 Aralık 2012 Çarşamba

DEMEYİN DOSTLAR ÖYLE...

Bana ''neden mutsuzsun?'' demek için anlaştınız mı dostlar? Nerden çıkarıyorsunuz böyle şeyleri bilmem ki. Yüzüm mü asık?  kaşım mı çatık ki? Ters cevaplar mı verdim size ? Sevdiklerime mi sarılmayı unuttum acaba...?

Demeyin böyle şeyler mutsuz değilim ben çünkü artık sabahtan akşama kadar top koşturup dizlerim kan içinde akşam eve gelmiyorum, mutsuz değilim çünkü artık incir ağacından düşmüyorum ya da çıkıp orda mahsur kalmıyorum, mutsuz değilim çünkü arabalra çarpan, balkonlara kaçan topumu kesen birileri artık yok,marketten çikolata çalmıyorum mesela artık ve bu yüzden de tokat yemiyorum ki babamdan, komşunun çocuğuyla da aramda hiç bi mesele yok, arıtk üzmüyoruz birbirimizi. Varsa zillere basıp kaçtığımı gören birisi söylesin, sıra dayağı yediğimi gören var mı öğretmenimden? Peşine takıldığım tüp kamyonundan düştüğümü gören? Allah aşkına, var mı sırf annem kızmasın diye üstümü başımı yolun ortasında birikmiş yağmur suyuyla temizlediğimi gören? Annemden gizli köpek beslediğimi göreniniz var mı ? Akşam şikayete gelen komşular da yok artık ortalıkta.

Çocuklaşmayın dostlar mutsuz olmam için hiç bir neden yokken ortada...

Hakan KORKMAZ...

13 Kasım 2012 Salı

NEFES AL YETER GALATASARAY

Özlemişim... uzun zaman olmuş şampiyonlar liginde galibiyet kutlamayalı bir an şaşırdım n'apacagımı oturayım mı? zıplıyım mı? derken Turan Ustanın çikolatalı krema kokan kollarında buldum kendimi. Neyse falza uzatmadan alabildim kendimi ondan çok şükür.Maça gelince; 2 apranti atımız var çok şükür ama anlamadığım biçimde her ikiside başarılı olmayı başarıyor, Cris ve Hamit'ten bahsediyorum. Aslında
 iyi eküri olurmuş onlardan kalkmak bilmeyen iki çift popo maça damgasını vurmayı başardı helal olsun. Burak hat-trick yaptı eyvallah, ama kardeşim inan bana kahvede 70 yaşında Rıdvan Amca var kulağımla duydum ''Ah ben orda olacaktım'' deyişini, umarım seninkilerde çınlamıstır.Belki de benı en cok kahreden nokta çok iyi top oynayan Emre Çolak'ın sümük fırlatmayı öğrenmesi oldu. Ona bakınca bu aksam Servet'in kurumak bilmeyen sümük yatağı geldi aklıma. Aman Emre dikkat birader, sonun benzemesın sonra! Fatih hocaya da eldiven çok yakışmış bu arada, siyah deri eldivenlerle kiralık katil gibi olmuşsun imparator ekranda ben korktum yanındaki teknik adama Allah sabır versin. Tribünlerdeki 'Patriots (füze) yazısı da gözden kaçmıştır belki, adamlar inceden lafı giydirmiş bize de neyse görmedik sayalım. Bir de bu maç Romanya da değil miydi? ''arkadaş tribünlerdeki kadınlarda bi çarşaf eksikti bu nasıl rumen halkı'' diye içimden geçmedi değil aslında. Son olarak da kale arkasındakı bına ne cok bizim apartmana benzıyordu oyle, gitmeden anladım ki romanya ile türkiye aynı sanırım. Maçın adamını seçmedik gerçi ama hat-trick yapan burak değil tabii ki, 2 asist yapan Hamit de değil, ciğerini patlatan Umut'dan ve Riera'dan da özür dileyerek YEKTA yazıyorum tabelaya. Yekta kardesım gecenın kazananı sensın bir aylık ekmek ıhtıyacın pederin fırınından ( ben aşırıp getiririm sana, ama içecekler senden he). Hadi yine iyisin hayta!
Herşey bi yana İYİKİ VARSIN GALATASARAY... her daim senin olan Hakan(Hakanın)

4 Kasım 2012 Pazar

LA NE BOŞ ADAMLARSINIZ BEBE


A- Lan iki dakika düşürmedin şu telefonu elinden, oyununa bak biraz! ( 2-3 saniye susar) bu kadar yüz vermeyin oglum şu kadın milletine
B- Adam aşık oglum, bırak konuşsun... sen oyna oyununu.
A-Ya ne oynıycam, eşli oyun oynuyoruz ama ben tek! .Adam uçmuş
C- Tamam oyna hadi oyna kapattım! Ne anlarsın sen aşktan  (mırıldanırak rakı doldurur kendisine)
D- Bir ara taş atıcak mısınız beyler! Ulan işiniz gücünüz karı-kız (ÇAT, taş sesi)
A- He bak bunun kadar da öküz ol demiyorum... ortasını bul
D- Öhhöm!
A- Neee! Ulan yıllardır yanında bir tane kız görmedim, arkadaşız takılıyoruz eyvallah da... erkekliğinden şüpheleniyorum artık
D- Erkeklik karıyla- kızla takılınca mı belli oluyor?
C- E bi yerde öyle ama şimdi
B- E Yani... (2-3 sn sessizlik)
D- Lan bi siktirin gidin! kendi hayatınıza bakın.Yıllardır zengin hatun diye kafamızı siktin seninki nerde ?
A- Hakkaten lan,  sen neden ayrıldın o karıyla?
B- Karı hiç susmuyordu oglum, ağzını bi açtı mı kaçacak delik arıyordum. Ne zaman, napıyosun? desem kendimi bir romanın içinde buluyordum, roman okumaktan da nefret ederim zaten , çekilmez oldu bi yerde bende ceketimi alıp çıktım.
D- Haha!Çenesini tutabilen bi kadın görürsen bana da haber ver
A- Sonuçta bi kadından söz ediyoruz birader...
B- Zaten çok da zengin değildi, çenesi de bana bahane oldu işte
A- Ulan kıçında donun yok,nefesin kokuyor. Karıyı buldun bi de parasını mı begenmıyorsun (tıstıstıs .nceden gülmeler)
B- Olmayabilir... ama bu zengin ve güzel bir kadın arzuladığım gerçeğini değiştirmez
D- Ve yalnız öleceğin gerçeğini de...
B- Psikolojimi sikmeye mı geldınız lan buraya ? hadi hızlı dön hızlı , kimdeydi sıra ?
C-Bende... sen neden roman okmayı sevmiyorsun?
B- Ne ?
C- Az önce dedin ya roman okumayı da sevmem diye, neden?
B- Hee,.. çok uuzn oluyolar oğlum, 2 dakikada anlatabılecekleri birşey benim 1 haftamı alıyor
C- İyi de abi romanın özelliği o ama, betimlemeleri ne kadar iyi yaparsa o kadar kaliteli bir roman olur
A- Betimleme ne lan?
D- Ya işte karının inciğini cıncığını en ufak ayrıntıya kadar anlatıyolar ya,yok omuzunda kırmızı şal dudaklar kiraz, gözler okyanus,saçlar sırma ,göğüsler sıra dağlar...
A- Yuh, Gerçek miymiş onlar ?
D- Yok lan ne gerçeği, halüsilasyon görüyo alayı
B- Yazarlar ve şairlerle, benim kadınlara bakışımız çok farklı... onlar bir kadına kara kaş, karagöz,kiraz dudak falan diye kafadan başlarken bakmaya  ben  ilk bacaktan başlarım mesela, o yüzden hep ters gitmişimdir edebiyatçılarla
C- Abi hepiniz benden büyüksünüz, ama bi tavsiye veriyim kadınlar kitap okuyan erkeklere karşı daha duyarlıdır, zaten hiç birinizin manitasının olmamasına da şaşmıyorum
A- Hayat yaşayarak öğrenilir oğlum, kitap okuyarak, sahte dünyalarda gezerek değil. Kimsenın dunyasında gezmek ıstemıyorum, burası iyi. Eğer çıkarsa bir gün dünyamın dengesını bozmayacak biri, başımın üstünde yeri olur
B- Katılıyorum
D- Adam haklı
A- Sevgilin de okuyor mu?
C- Hukuk fakütesinde
B- Oo başın dertte oglum senin
D- Allah yardımcın olsun
C- Neden ?
A- Kadınların çok konuştuğu bir gerçek, buna zamanla alışmayı başarabilirsin.Bir şekilde idare eder geçiştirirsin, bazen kızarsın susar, da...  Kendine konusma yetkisini yasalara dayanarak veren bir kadının önünde hiç bi kuvvet duramaz (tıstıstıs)
C- Ne alakası var avukat olmasıyla, düşünceli biridir o sorun olmaz
B- Mistır Mühendis ve Misis Avukat... (tıstıstıs)
D- Doğacak çocukkları düşünsene, işte sana üstün ırk (tıstıs)
C- Kafa yapılacak ne var bunda anlamadım, nerden anlattım arkadaş!
A- Bak demedi deme senin çocuğun kesin astronot falan olur
B- Milletin oğlu baba paraaa! diye paçasına yapışırken senınki ben de atlıycam uzaydan baba diye yapışır yakana, sonra şikayet etme... Hassiktirrr yandım! (gülerlerken çay dökülür)
C- Ya tamam! uzatmayalım. Unuttunuz zaten oyunu da, sıra kimde ?
D- Ne sıra kimde? Sende lan işte, oyna!  (çat) (4-5 sn sessizlik)
B- Okulda zengin kızlar da var mı bari ?
C- Çoook
B- ( onu taklit ederek) Çookk. Niye demiyon lan gel takıl tam senin aradıgın ortam diye!
C- Nerden biliyim zengin hatun aradıgını senin ben, çağırırım  bir ara
A- Lan ayakkabın bile çakma, cuma pazarından almıssın belli. Üniversiteye zengin kız düşürmeye mi gidicen utanmadan
B- Ne çakma? bu mu çakma? bak bakalım ( ayakkabıyı çıkarıp gösterir) etikete bak, gerçi anlamazsın Almanca'dan sen . Dayıma getirttim bunu Almanya'dan. Avrupa görmüş ayakakbı lan bunlar, tek başına ayakkabımı göndersem manita yapar okulda (tıstıstıs)
D- Siktir ( fısıldayarak)
A- Almanya'da dayın mı var la senin?
B- Varmış , ben de yeni öğrendim
C- Nasıl yeni öğrendin?
B- Benim dede, Almanya'ya çalışmaya gitmiş zamanında çoluğu çocuğu köyde bırakıp, ordan para yolluyormus köye, ama dede tam çakal çıkmış bulmuş zengin bi hatun evlenmiş orda, ordaki kadından da çocukları olmuş sonra  zamanla annemler falan tanısmıslar, kabullenmısler bırbırlerını. Ben daha yeni öğrendim  üvey bi dayımın olduğunu. Bana hiç anlatmamışlardı, geçen İstanbul'a geldıler ıste hedıye getırmıs bir sürü kazak ayakkabı falan o vesileyle tanıştık, kıyak adammış ama helal olsun.
D- Senin zengin kadın merakın tohumlara dayanıyor desene ( tıstıstıs)
B- Öyle tabi oglum, bak dede kaç yaşına geldi sapa sağlam, iki karıyıda gömdü. Utanmasa şimdi bile evlenicek yaşlı teke.
A- Allah uzun ömür versin birader.
C-Amin
D-Amin
B- Lan yok! napcak o kadar ömrü yeter işte bu kadar, elden ayaktan düşmeden alıp başını gitsin.(2-3 sn sessizlik) - Hadi bi kırmızı Beş!! Çaatt!  (yıkılan ıstaka sesleri) devir devir, beyler geçmiş olsun
D- Geçmiş olsun gençler (tıstıstıs)
A- Senin yüzünden olduğunu biliyon dimi... sırıtıyor bide ya yavşağa bak
C- Benim ne suçum var abi adamlar oynadı  kazandı işte
A- Sen de oynasaydın oglum, elini mi tutular. Oyuna saygın olsun azıcık ya, almıssın eline telefonu mesajlasıyorsun sabahtan beri lan, heralde yeniliriz!
B- Tamam beyler uzatmayın
D- Alt tarafı bi akşam yemeği ısmarlıycaksınız oglum nolcak
C- Yani
A- Lan konusma taşları karıştır, yavşak. Yaniymiş! bi parti daha beyler kahvaltısına var mısınız ?
D- Sen yenile şu nargileyi o zaman beynimiz dumansız kalmasın
C- Kız da uyudu zaten, yapıştıralım bi oyun daha
A- Ulan bak bu kez bahanen de yok, valla kemerle kovalarım seni
C- Ya abi!
A- Ne amk ne ? ne abi?
C- Rahat ol abi sen, kuş sütü bile söyliycem kendime kahvaltıda
D- Fulle bardakları da devam edelim...

Hakan KORKMAZ...












24 Ekim 2012 Çarşamba

YUNAN FELSEFESİNİN BİZDE KARŞILIĞI




Felsefe,hepimizin bildiği gibi insanlık tarihiyle birlikte başlamış kısaca hayatı anlamlandırma çabası olarak açıklayabileceğimiz bir disiplindir. Temeli Antik Yunan’a dayanır ve bilinen felsefi akımların birçoğu Yunan Filozoflar tarafından temellendirilmiştir. Bunun dışında Uzak Doğu ve Avrupa temelli akımlarla da karşılaşıyoruz. Peki herkes felsefi bir şeyler üretirken biz boş mu durmuşuz? Cevap kesinlikle hayır. Sorun şu ki; düşünüp bir yerlere varan Yunan filozoflar bunları geliştirecek zamanı bulmuşlar, Türk insanı ise yemeğini bile at üstünde yediği dönemde fazla kafayı yormamıştır.Uzun uzun öğretiler yerine kısaca atasözleriyle bu işi halletmiştir.Gelelim örneklere:

Pragmatizm, temel olarak faydalı bilginin doğru olduğunu savunur ve bunu uzun uzun açıklar.Buna karşılık atalarımız bu felsefeyi tek bir cümlede özetlemiştir:
-Bana faydası olmayan kilisenin papazını s.keyim.

Feminizm; kadın erkek eşitliğini savunur hatta kadını erkekten ön planda tutar ve yine uzun uzadıya anlatır.Buna karşılık kadınlara değer verilmediği iddia edilen Türkiye’de şöyle bir atasözü vardır:
-Dünya kadar malın olacağına fındık kadar .... olsun.

Nihilizm, her şeyi, her gerçeği ve değerleri reddeder e atalarımız da reddeder tabi:
-Dünya s.kime minare g.tüme.

Deneycilik, bilginin deneyimle kazanıldığını öne sürer.Bizde de deneyim önemlidir tabi:
-Ablanın .... eniştenden daha mı iyi bileceksin.

Ayrıca bunların dışında filozoflarla aynı fikirde olmadığımız durumlar da mevcuttur. Örneğin, Herakleitos değişmeyen tek şey değişimin kendisidir der buna karşılık, Katranı ezsem olur mu şeker cinsini s.ktiğim cinsine çeker der atalarımız.

Özetlemek gerekirse felsefe tabi ki önemlidir Yunan filozoflara da saygımız var ama üzerine kitaplar yazılan bu öğretileri tek cümleyle özetleyen atalarımızın da felsefede adının geçmiyorsa mallarını o kadar afili pazarlayamadıkları içindir
Emre KAPLAN...

23 Ekim 2012 Salı

ÜSTÜ KALMASIN ABİCİM!


Sorunumuz tüccarlarla ilgili olunca muhtemelen aklımıza gelen ilk terim 'para' olacaktır.O halde öncelikle paraya değinelim.Para hakkında aklımı sürekli kurcalayan iki soru var aslında:

1) Para nedir?
2) Türk esnafı/tüccarı  için ne ifade eder?

1) Para: karşılığında mal ve hizmet almaya ve vermeye; bunların ekonomik değerlerini takas etmeye yarayan üzerinde rakamsal değerler taşıyan kâğıt veya madeni ödeme aracıdır. Kısa ve basit fakat işin içine esnaf zekası girmeyegörsün...

2) Esnaf için para demek; Gece gündüz tatilsiz çalışarak,  uğruna cumalara gitmeyerek, cenazeleri kaçırarak, uyku uyumayarak, elektrik kaçırarak, süte su katarak, ekmekten çalarak, fiş kesmeyerek, zam vakti mal stoklayarak,  yüklü miktarda alacağı malzemeden yapacağı 10 lira kârı hesaplayarak, her akşam rafların altına kaçan bozuk paraları toplayarak, 'bir tanesi şu kadar ama iki tanesi bu kadar' sloganları bularak, veresiye veren ile peşin veren arasındaki farkı gösteren tabloyu duvara asarak, dışarıdan yemek söylemeyerek, bozuk param yok üstüyle sakız al diyerek, müşterinin cebinde ki parayı mümkün olduğunca minimuma indirmeye çalışarak bitkin düştüğü durumdan kurtulmasını sağlayan el emeği göz nurudur!

Hal böyle olunca ne mümkündür esnafla anlaşabilmek.Her ne kadar babam esnaf da olsa benim esnaflarla olan husumetim (hemen hemen herkes gibi) çocukluğuma dayanır;

-Mahmut abi bana 2 ekmek bir süt ama ekmeğin altı siyah olmasın annem kızıyor bir de çıtır olacakmış
+Al abicim
-Ne kadar
+ 2 lira 40 kuruş
-Al abi ( 2.50 tl)
+Hadi oradan bir de sakız al kendine...
Sakızı aldım, para üstümü bekliyordum,
-Tamam, dedi
+Abi 10 kuruş?
-Oğlum sakız aldın ya...

Diyecek bir şey bulamayıp gittiğim anlardan biridir, yol da kendi kendime söylendiğimi hatırlarım;

- Ulan ver işte para üstünü! Evde terlikle bekleyen anne seninki değil. Ne diyeceğim şimdi anneme? hem paramla alacaksam zaten kendim alırım sana ne? Ben de sanıyorum sakız ısmarlıyor bana, he madem bir şey vereceksin bir tane cips neden vermiyorsun oradan? ya annem kızarsa şimdi?

Neyse ki eve gidince anneme 2.5 lira tuttu dedim, bir şey demedi o da.Hem Mahmut yüzünden durduk yere yalan da söylemiştim anneme, o da cabası tabi.

Taksiye binerim 9 lira tutar, 10 lira veririm ve şoför gözümün içine bakar ''Üstü kalsın mı abi dercesine'' hatta o lanet 1 lira öyle derinlerdedir ki çıkmak bilmez yerinden mübarek, her şey bir anlık gaza gelip ''lanet olsun tamam sende kalsın'' demen için tasarlanmıştır aslında. Kalmasın abi! ara bul o bir lirayı. Ben sana 10 lira verip ''abi 2 tur daha atalım mı ? '' dercesine bakmıyorsam sen de bana ''Üstü kalsın mı? '' dercesine bakma abicim.

-2 kavun al 4 lira, 3 kavun al 5 liraaaa!
+Abi 2 tane versene bana
-Abi 3 tane 5 lira!
+Yok abi yiyemeyiz ziyan olur, sen 2 ver
-Abi şeker bunlar şeker yenmez mi hiç?
+Abi yenmez sen 2 ver!
-Abi Kızılırmak kavunu bu,doyamazsın yemeye!
+Allah belanı vermesin abi pazar yerinde millet gözümün içine bakmasa almayacağım hiç birini de burda rezil edeceksin sonra beni (Diyemeyiz ya la) peki abi ver 3 tane ( artık birini çöpe atacağız ama napalım).

Gibi zor durumların içinde kalmak, yani paranla rezil olmak gibi birşey bu aslında. Yapma bunu esnaf/tüccar ya da işportacı abi yapma! Az çok kafamız basıyor nerede? kime ? nasıl? bahşiş vereceğimizi, kurnazlığın lüzumu yok.Seviyeli bir satıcı-alıcı ilişkisi kurmayı denesen ne iyi olur...

Hakan KORKMAZ








15 Eylül 2012 Cumartesi

EŞEK DEYİP GEÇME


Yıllar önce şehrin kalabalığından, koşuşturmacasından, duman kokan havasından, yatmaya alışmış ve en ufak işte bile yorulmaktan şikayet eden insanların nazından, kirli denizinden, sahte dostluklarından ve en çok da teknolojisinden ve taş yapılarından kaçıp gitmişti memleketine Süleyman dayı.Köy hayatı onun için çok kolay başlamamıştı aslında.Bir gün kavak ağaçlarını budarken düşüp kolunu kırmıştı mesela , her ne kadar iyileşse de kolunda bir aksaklık olduğu çok uzak mesafeden rahatlıkla analaşılabilirdi.Bu yüzden köy yerinde Çolak Sülo olarak bilinirdi.

Aslında köy hayatında da tam olarak istediğini bulamamıştı.Burada da insanların ufacık köy yerinde bile geçinemeyecek kadar anlayışsız olması, hepi topu 10 hane olan köyde dedikodunun arkasının hiç kesilmemesi, her zaman bir birine dargın birilerinin mevcut olması, insanların güvensizlikten bellerinde silahla dolaşması, hatta sırf tarlasına ineği, tavuğu girdi diye kanlı-bıçaklı kavgaların çıkması onu çok rahatsız ediyordu.Ama şehir hayatıyla ikisini bir kefeye koyduğunda, sabah kalktığında temiz havada, ormanlık manzaraya karşı yumurtasını soyup, kendi yaptığı ekmeğine yağ sürüp çay içme zevkini şehirde yaşayamayacağını düşünürdü.Onu burada tutan en büyük neden de buydu, nereden bilebilrdi ki bir sabah tüm hayallerinin yıkılabileceğini...

O gün kalktığında yine kahvaltısını hazırlayıp bahçeye indi, manzaraya bakınca birden dona kalmıştı, dakikalarca gözünü oradan alamadı, kahvaltısı aklına bile gelmiyordu, çayı da buz gibi olmuştu, hala inanamıyordu gördüğüne gidip yakından görmek istedi. Evinin alt tarafındaki ufak uçurumluk arazinin etrafından dolaşıp diğer tepeye geçti, gittiği yerde kendi tarlası vardı. Tarlanın tam ortasındaki şeye iyice yaklaştı ve aşağıdan başladı bakmaya, kafasını yavaşça kaldırdı yukarıya doğru, bak bak bitmeyen kocaman çapı olan üzerinden koca koca tellerin geçtiği bir elektrik direği dikilmişti tarlasının tam ortasına.Ne işi vardı bu direğin burada? Neden gelmişti buraya ? O zaten beton yapılardan kaçıp kafa dinlemek istiyordu, hem elektrik direği ondan izin bile almamıştı, çok kızdı Çolak Sülo, savaş ilan etti elektrik direğine karşı, onun en zayıf anını kollayacaktı

Her sabah kafasını yatağından kaldırıp,perdenin altından gizlice direğe bakıp ne yaptığını kontrol ediyordu. Ama o keyfini hiç bozmuyor aksine nispet yaparcasına sabah güneşiyle daha bir mest oluyordu.Bu da Çolak'ı deli ediyordu.Onu yıkmak istiyordu,hem bunun için tarlasını işgal etmesi, inekleri için en az bir günlük ot olabilecek kadar alan kaplaması, ona mutlu günlerini zindan etmesi,manzarasını bozması gibi kendince geçerli sebepleri vardı. Ama onu yıkması suçtu ve bu saatten sonra kendisine verilecek cezayı yaşlı bedeni kaldıramazdı.Bunları düşünürken aklına bir fikir gelmişti, gitti ve ahırdan eşeğinin zincirini çözdü, tarlaya götürdü.Direk yine ona inat edercesine dimdik, nizami şekilde karşıladı onu. Çolak direğin yüzüne bile bakmadı bu kez, eşeğin zincirini direğin beline bağlayıp  arkasına bile bakmadan uzaklaştı.

Direk huzursuz olmuştu,eşek döndükçe belinde dönüp duran zincir onu hem kaşındırıyor hem de gıdıklıyordu.Eş ek de sanki  kendisine verilen görevi anlamışcasına bir dakika bile yerinde durmuyor devamlı dönüyordu.Arada giderdiği tuvalet ihtiyacı da direğe yaptığı işkencenin kaymağı oluyordu.Çolak eşeği günlerce ahıra bağlamamıştı, hem eşek açık havada olmaktan mutluydu hemde Çolak eşeğin direğe çektirdiklerinden. Mutsuz olan sadece elektrik direğiydi. Bir gün, iki gün derken ihtiyar yine bir sabah kahvaltısını hazırlayıp bahçeye çıktığında yine gözlerine inanamadı ortada direk falan yoktu.Bu işkenceye daha fazla dayanamamış kaçıp gitmişti. Direk gidince boşta kalan eşek de bu fırsatı kaçırmamak için koşarak kaçmaya başlamıştı,Çolak eşeğin kaçtığını farketse de ona müdahale etmedi.Eşek, Çolak'a adeta özgürlüğünü geri vermişti o neden ona müdahale etsin ki ? bıraktı eşeği kendi haline, rafadan pişirilmiş yumurtasını çay bardağının içinde yemeyi, ekmeğini yağlayıp  mis gibi çayını yudumlamanın tadını çıkardı...

Hakan KORKMAZ...

10 Eylül 2012 Pazartesi

ÇAY KAŞIĞININ AŞIRI ACIKLI HİKAYESİ

Belki de aylar geçirmişti o havasız, ışık almayan, diğerleri ile balık istifi vaziyette düzensizce fırlatıldığı, bakımsız ve yalnız evin yaramaz çocukları ile ayda yılda bir gelen misafirler sayesinde açılan, eski püskü bir mermer tezgahın altındaki dolabın en üst çekmecesinde.Hasret çekiyordu günlerdir... Hasan Bey'in hayatta olduğu dönemlerde  her akşam kavuştuğu, üzeri gül işlemeli, ince belli yalnızca misafirler geldiğinde çıkarılan ve ona göre mutfağın en şık çay bardağına hem de...

Hasan Bey, bütün aileyi her akşam  asmalı bahçede toplardı. Deniz manzaralı bahçedeki dikdörtgen masada her akşam yer kapma savaşı yaşanırdı, kimse istemezdi denize sırtını  dönüp, Hasan Bey'in muhabbetine meze olan yakamozu kaçırmayı.Sadece onlar değil, evin kedisi,üzüm salkımları,bahçe çitleri,evin hanımının eşsiz lezzete sahip kekleri, buharı tüten çaydanlık, masadaki çay bardakları ve her seferinde bardaklara kavuşmak için akşam toplantılarını fırsat bilen, her akşam karanlığa terkedilen çay kaşıkları keyif alırdı, onun muhabbetinden. Ama en çok da çay kaşıkları...

Her birisi  sevdiği çay bardağının içine atılmak için sahibinin gözüne parlak,çekici gözükmeye çalışırdı.Ateşte yanma korkusu o kavusmanın heyecanının üzerine çıkamıyordu hiç bir zaman.Gül desenli olan hepsine çekici gelmezdi, ama birisi için; ne onun solmaya yüz tutmuş gül deseni, ne hafif sararmış dibi,ne de ağız kesiminde oluşan ince bir yarayı andıran çatlak onun gözünde önemliydi. Onun için, 'O' bardakların kraliçesiydi ve ona ulaştığında aldığı mutluluğu tarif edemezdi, ona 'Güllü' ismini vermişti.Her akşam yıkanıp yerine savrulup atıldıktan sonra, ertesi günü iple çekerdi. Tâ ki Hasan Bey ölene kadar...

Hasan Bey ölünce artık eski aile toplantıları yapılmamaya başlandı,arıtk bahçede toplanmak işkence geliyordu herkese, deniz bile dalgalanmıyor, yakamoz vurmuyor ne ev halkı ne kedi ne de bardak-kaşık... Hiç birisi artık bir araya gelmiyordu zamanla o güzel vakitlerin,hoş sohbetlerin değeri unutuldu.
Misafiri eksik olmayan  eve ayda yılda bir misafir gelir oldu.Üstelik artık gelen misafirler bahçede ağırlanmıyordu, onlara çay da ikram edilmiyordu, evin hanımı belki de o leziz keklerin tarifini utunmuştu bile.Artık gelen misafirler televizyon odasında ağırlanıyordu.Onlara hazır kekler, tatlılar ikram ediliyor, yanlarına da içecek olarak kola veriliyordu.Çoğu gece ise saatlerce yalnızca televizyon sesi ve ara sıra ona eşlik eden kahkahalar duyuluyordu.Birbirine sataşan,yer kavgaları yapan, anılarını anlatan kimse yoktu artık...

Her gece hem Güllü hem de 'O' dua ediyor artık, tek bir gece bile olsa yeniden bir araya gelmek,birlikte şeker eritirken yakamoz manzarasında sıcak tonlu insan seslerine 'şıngır şungur' mutluluk melodileri beslemek, ay ışığı ve deniz esintisi altında dans etmek için

Onlara bu aşkı yaşatmak çok zor değil, tek yapılması gereken ; Kalabalık bir ortama , hafif muhabbet biraz güler yüz bir kaç damla da sevgi katmak...

Hakan KORKMAZ...


5 Eylül 2012 Çarşamba

GİT-ME-KAL-MA DÜNYASI

-Ne yani cidden gidecek misin?
+ Neden 'gitme' demedin!?

 -Kalacağını bilseydim 'Gitme!' derdim
+ Çok geç olurdu!
-O Yüzden demedim!
+ Gitmemi gerçekten istiyor musun ?
-Gitmek zorunda mısın?
+Kalmak zorunda da değilim
-Neden gitmek istiyorsun ki?
+Kalmamı isteyen biri yok!
-Gitmeni isteyen biri de yok!
+Bu 'kal' demek mi?
-Hayır bu 'gitme' demek
+Yani ?
-Yani gitme işte... ama... ama kalma da
+??
-Bunun bir arası yok mu ?
+Arası ölüm olur
-Kimin ölümü ?
+ Sence?
...
-Senin olmasın
+Senin de olmasın
-.....
+.....
-Sarılabilir miyim ?
+ Bu...Bu yeni bir 'Hayat' olur
-Kimin hayatı
+ BİZ'im
...

Hakan KORKMAZ...


31 Ağustos 2012 Cuma

''TECAVÜZ'' SANATI

   Geçen gün gazete okurken, sol üst köşede en çok okunan beş haber başlığını gördüm ve görür görmez şok oldum.En çok okunanlar listesini  şehvet duyguları belirlemiş resmen, hepsi fermuarı  yalama olmuş adamların uçkur sevdasına saldırdığı genç kızların tecavüz haberi. Sonuçta haber bu, elbette okunacak ama  memlekette bu kadar halledilememiş sorun varken, neredeyse savaşın eşiğinde duruyorken tecavüz haberlerinin bu kadar fark atmasına şaşırdım doğrusu.

Aslında, hergün yarı çıplak giyinmiş insanların ekran karşısında  'koca' merakından düştükleri içler acısı hallerini hatırladıkça... ya da dizileri... tutar mı? tutmaz mı ? sorularını ortadan kaldırmanın en kolay çözümünü bulmuş zaten yapımcılar.'Ya tutmazsa' diye bir korkuları yok, hemen ünlü bir 90-60-90 kalbını almış,öpüşmesi-sevişmesi problem olmayan,izleyen erkeklere ''bu kadınsa bizimkisi ne '' deme hakkını verecek, hatta o gece eşi ile planlar yapan kadının gecesini mahvedebilecek bir kız bulunur.Yanına da uzun boylu, yakışıklı ama aslında sporla hiç alakası olmayan sırf dizide oynatılmak için 6-7 ay işkence gibi  spor yaptırılmış,bol bol baklavalar oluşturulmuş ve kızların asla gerçek hayatta ulaşamayacakları bir adam.Sonra  ateşle barut yan yana konur, hatta fitil ateşlenir.Patlama anından bir kaç saniye önce sansür uygulanır.Ancak,onun da uygulanmasına gerek yoktur aslında insanlar zaten ordan gerisini çok rahat tamamlayabiliyorlar.

Sabahtan akşama kadar bu tip erotik içerikli programlarla  insanların beynine tecavüz eden o TV kanallarının, akşamları ''REZALET'' spotu altında tecavüz haberleri yayınlaması gol sevinci gibi ''KOYDUK EĞLENİYORUZ'' demekten başka bir halt değil.Beynimizi her izlediğimiz programda ihlal eden seks unsurlarını bize empoze ederken, sonuçlarını düşünmek gerekir.

Tabii ki bu başlı başına tek bir neden olamaz, bunda Türk insanının cinsel hayatının çok iyi olmamasının da etkisi büyüktür.Ama  ''EŞEĞİN AKLINA KARPUZ SOKMAK'' diye de bir laf var, biraz daha ne izlediğimize ve izlettiğimize  dikkat etmezsek Libidolar tavan yapcak benden söylemesi!

Hakan KORKMAZ....

15 Ağustos 2012 Çarşamba

AYGÜN'E 'SAYGI'LARIMLA

Saygı, saygı , saygı .... doğduk saygı, büyüdük saygı.Ömür boyu 'saygı' kelimesini duyduk ve nihayetinde 'saygı' duyduk.Hiç bitmeyen koca bir okyanus gibidir, içinde herşeyi,herkesi barındırır.İyisine,kötüsüne,güzeline,çirkinine,doğrusuna,yanlışına....  her şeye saygı duyarız bazen

 Saygıdan babanın yanında sigara içmezsin,
 Saygıdan yaşlılara yer verirsin,
 Saygıdan büyüklerinin kalbini kırmazsın,
 Saygıdan birine 'istemiyorum' diyemezsin,
 Saygıdan sevmediğin biriyle bile zaman geçireblilrsin,
 Saygıdan susarsın bazen,
 Saygıdan eve geç gelmezsin,
 Saygıdan sırf saygından! bazen dayak bile yer, elini kaldırmazsın,
 Saygıdan yol verirsin,    

Peki bugüne kadar hiç saygıdan kalaşnikof taşıyanınız oldu mu ? yada polise, askere silah çeken?  20 yaşındaki çocuğu olan ailelerin ocağına ateş düşüren ? köyleri yağmalayan ? kaçakçılık yapan ? uyuşturucu ticareti yapan yok mu ?  mayın döşeyen ? bomba hazırlayan ?  Peki dağa adam kaldıranınız oldu mu ? adamı geç, milletvekili kaldıranınız ?  ama nasıl yapmazsınız bunları, bunlar artık saygının unsurlarından biri.

 Yalan söylemiyorum bizzat gören, yaşayan var! Milletvekili Hüseyin Aygün önceki gün bir grup PKKlı tarafından kaçırıldı, çok sürmedi  zaten ertesi gün serbest bırakıldı. Döndüğünde yaptığı '' Çok saygılı çocuklardı, ' bizi unutma abi ' dediler'' lafı saygı okyanusuna bir damla daha eklemiş oldu. Eminim ülke Milletvekili dağa kaldırıldı diye ayaklanmışken siz orda açık havada çayın,muhabbetin dibine vurmuşsunuzdur.

Nasıl oluyorda birine otobüste yer vermediğiniz zaman saygısız ilan edilirken, bütün gözler size ifşa edercesine bakarken dağa milletvekili kaldırınca saygılı olunuyor ?
Bilemeyiz tabii ki ama saygı duyacağız artık...
Hakan KORKMAZ...

8 Ağustos 2012 Çarşamba

MAHALLEDE HAVUZ VARDI DA YÜZMEDİK Mİ?

Olimpiyat madalya sıralamasında kaçıncı olduğumuzu bilmeyen yoktur herhalde ama ben yinede hatırlatıyım madalya sıralamasında ismimizi görmek için bir kaç sayfa ileri tıklamanız gerekecek çünkü malum yerdeyiz, dibe vurmuşuz,sesimiz soluğumuz çıkmıyor.Olimpiyatlarda ''dipten kum çıkarma '' branşı olsaydı  ozaman kimseye vermezdik birinciliği sanırım.

Yüzdük olmadı, atladık olmadı,fırlattık,koştuk olmadı,basketbol oynadık olmadı, ata sporumuz güreşte bile bronzu zor aldık. Sorun neydi peki ? sorumlular sporcularımız mı ? onları hazırlayanlar mı ? yoksa kaz gelicek yerden tavuk esirgeyenler mi ? Sizin için sorumlu kim bilemem ama ben  üçüncüsüne kestim faturayı.Bu sporcular nasıl hazırlanıyor olimpiyatlara ? hangi şartlarda hazırlanıyor? Tesisler yetersiz, çalışanlar yetersiz,maddi imkanlar yetersiz  haliyle madalyalar da yetersiz.

Küçükken hepimiz nasıl vakit geçirirdik? Erkekler olarak toprak bir yere kuyu kazıp misket oynardık, aramızda 3-5 kuruş toplayıp bakkaldan top alırdık.Kale yapmamız için iki taş yeterliydi bize, yada yan yana dikilmiş iki ağaç işimizi görürdü.Futbol en kolayıydı, toprakta,sokakta buldugun her boslukta oynayabılırdık. Peki kızlar ? onlar da evden 2-3 metrelik bir ip alıp sokağa çıkar ip atlarlardı, bunun için 3 kişi bile olsa yeterdi.Hatta eksik oldugu zaman ipin bir ucun ağaca,taşa takıp yine ip atlayabilirlerdi. Ama bu olimpiyat oyunları için yetmiyor işte.Yüzme havuzuna gitmek herhangi birimizin aklına gelir miydi?  yada çekiç atmak, Jimnastik yapmak ? gelmezdi, gelemezdi. Çünkü  hangimizn mahallesinde yüzme havuzu vardı ki? yada spor salonları ? tabii ki hayır. O yüzden bu ülkede spor denildiğinde insanların  aklına sadece futbol geliyor

Peki madalyaları alanlar kimler ? Avrupalı çoluk çocuk 18-19-20 yaşlarındaki gençler. Nasıl onlar başarıyor da biz başaramıyoruz ? Çok basit adamlar 5-6 yaşında başlıyorlarbu işe, teşvik ediliyorlar, tesisler var  yatırımlar sağlam. E  o  adamlar şampiyon olmasın da bizim olimpiyatın adını 14-15 yaşında öğrenmiş sporcularımız mı başarılı olsun!!

Bunca sıkıntıya karşılık başarısız olmasına rağmen gözyaşlarını tutamayan sporcularımızı aşağılamayı marifet zannediyoruz.Utanmadan başarı bekliyoruz, yetmiyor aşağılıyoruz, sosyal medyaya sakız yapıyoruz. Bravo o zaman bize böyle devam edelim, biz madalya değil diplerden kum çıkarırız, deniz kabuğu toplarız o da bize yeter

Hakan KORKMAZ....

28 Temmuz 2012 Cumartesi

POLİS TEŞHİR SANATI

Hatay Milletvekili Bayram Türkoğlu'nun oğlu İstemi Kağan Türkoğlu ile Komiser Yardımcısı Murat Emer tartışmışlar. Milletvekilinin oğluyla tartışan memurun belirlenmesi için polisler sıraya dizilip şikayetçiye teşhis yaptırılmış.
Milletvekilinin oğlu polis teşhis etmiş. Bu işte insana biraz terslik varmış gibi geliyor. Benim bildiğim polis şüphelileri sıraya dizer bu sefer tam tersi olmuş ama neyse.
Bilmem dikkat ettiniz mi yunus polislerinin formalarında iki renk vardır: siyah ve kırmızı. Kırmızı devletin hoşgörüsünü babacanlığını simgeler. Siyah renk ise devletin otoritesini simgeler ve siyah renk formada daha ağırlıklıdır. Devletin otoritesini simgeleyen polisleri milletvekilin oğlu teşhir etmiş. Adam milletvekilin oğlu değil mi? O kadarcık da ayrıcalığı olmasın mı? Yok efendim bu adam bu cürreti nereden buluyormuş. Sanki bir suç işlemiş alt tarafı polisleri sıraya çekmiş. Ne var bunda? BDP'li vekil Sabahat Tuncel geçen sene bir polise tokat attı da ne oldu? Bir şey olmadı. Hani polisin üniformasının bir düğmesini koparana 6 ay hapis ceza verilirdi. Milletvekili döverse bir ceza yok; çünkü eşitliğe önem veren demoktatik bir ülkeyiz. O polis Sabahat Tuncel'e dava açacağını söylemişti? Ne oldu o dava? Sabahat Tuncel bir ceza aldı mı? Bilmiyoruz (Hoş ceza alsa da para cezası alır). Ama ona yani milletin vekiline 'dokunulamadığını', 'dokunulmaz' olduğunu biliyoruz. Peki biz millet olarak böyle bir davayı takip ettik mi? Yok. Ama o tokat attıldığında millet olarak o kim ki polise vuruyor! bu cürreti nereden buluyor! diyorduk. Birkaç gün sonra unutuldu gitti. Hal böyle iken milletin vekilinin oğluna niye dokunulsun ki!
Bu olay da muhtemelen unutulup gidecek.
Semih AYTAÇ...

KASA HER ZAMAN KAZANIR

Sanırım bu Ramazan moda, dışarıda sahur yapmak.Gerçi havalar o kadar sıcak ki evde durmak hatta uyumak ne mümkün! E haliyle o sıcakta yemek te yenmiyor gece gece,uykusu kaçan atıyor kenidini sahurda dışarı.Geçen gece ben de uyuyamayınca abime seslendim:
-Abi kalk gidelim bi karpuz alalım,atalım buzluğa sulu sulu yiyelim.
Adam sanki bu lafı bekliyormuş gibi ''tamam'' bile demeden kalkıp başladı üzerine birşeyler giymeye.
Dedim abi gidiyor muyuz?
- E niye giyiniyorum oğlum ben, kalk hadi.
Simdi asıl mesele gece gece açık bir karpuzcu bulmak.Neyse ki  korktuğumuz olmadı, çok fazla yürümeden bulduk bir tane karpuzcu.Gece gece gelen giden olmamış sanırım bizden başka, tezgahın başında uyuyacak neredeyse karpuzcu.Biz selam verince dikildi ayağa
-Hoşgeldiniz kardeşim
-Hoşbulduk abicim,kolay gelsin. Gece gece canımız deli gibi karpuz çekti usta bize şöyle kelek olmayanından sulu sulu bir karpuz seçiver.
Karpuzcunun yarasına mı bastık anlamadım ama  dertli dertli mırıldandı:
-Ayıp ediyorsunuz kardeşim karpuzun kralı bizde.Her ne kadar bize kelek yapsalar da biz de kelek olmaz.
Belli ki karpuzcu dayının bir derdi var ve onu deşmemizi istiyordu bizden.abim atladı hemen:
-Hayırdır usta kim sana kelek yaptı?
-Sorma kardeşim bugün maliyeden geldiler de...
-Ee gelsin ... bir kaçağın falan mı var usta? diye sorunca karpuzcu açtı ağzını yumdu gözünü:
-Nasıl olmasın kardeşim, Dükkan kirası,elektrik,su,gelir vergisi,çevre vergisi, üç ayda bir kira stopajı,sigorta muamele vergisi,ölçü ve tartı denetleme harcı,yol-kanalizasyon yapımına katılım harcı, tabela-reklam vergisi.
Kardeşim inanmazsın cama karpuz resmi yapıştırdım gelip onun ölçülerini hesap ediyorlar! neymiş reklamımı yapıyormuşum, vergiye dahil olacakmış! söktüm attım ordan. Sonra geldi yazar kasamı kontrol etti.Her sattığım ürüne fiş kesmediğim için bastı  cezayı.Kardeş ben alt tarafı karpuz satıyorum vergilere ödemekten bize birşey kalmıyor ki zaten, bir uyanıklık yapıp az fiş kesiyim dedim, üç kuruş kar ettim 3 katı ceza yedim.. Hayır ne yapıyorlar bu kadar parayı ? nereye gidiyor anlamadım...?
  Karpuzcu da yara bayağı derindi, bıraksam sabaha kadar anlatmaya devam ederdi aslında, ama daha karpuzu dolaba atıp soğutmamız lazım vaktimiz yoktu.Böldüm adamın sözünü:
-Nasıl nereye gidiyor abicim ? nasıl bilmezsin?
    -Lale ekiyoruz
    -Kaldırım yapıyoruz
    -Asfaltı söküp yeniden döküyoruz ( canımız sıkılıyor ya)
    -VIP uçaklar alıyoruz,
    -Makam araçları tahsis ediyoruz
    -Milletvekillerinin telefon faturalarını ödüyoruz... ödüyoruz da ödüyoruz abi.
Atladı yine lafa karpuzcu dayı:
-''Her türlü kasa kazanır diyosun yani'' dedi.

İşte bu! Dayı bütün her şeyin özetini tek cümlede toplayıverdi hemen'' Kasa her zaman kazanır!'' kasanın kaybettiğini gören var mı ? 

 (...da o kadar laftan sonra sen neden bize kelek karpuz verdin karpuzcu  dayı)


Hakan KORKMAZ...










23 Temmuz 2012 Pazartesi

TURGUT+ÖSYM+TUZ=TUZLU ÇAY

Geçen yıl çok sevdiğim bir arkadaşım olan Turgut'ta kalıyordum.Turgut'un KPSS,YGS,LYS üçgeninde uğraştığı bir dönemde  hem çorba da tuzumuz olsun hemde muhabbet olsun diye takılıyorduk onlarda.Canımızın sıkıldığı bir akşam '' Hadi bi çay koyalım ocağa'' dedik.Mutfağa gidince baktım tezgahta karıncalar, takılıyorlar kafalarına göre.Dedimki :

- Bu karıncaların geçtiği yerlere tuz atarsan bunlar kaçar haberin olsun
Biraz tuz attık tegaha karıncalar ufaktan yol almaya başladılar.
Yarım saat kadar sonra çay olmuştu.Turgut doldurdu çayları, bir yudum almamla tükürmem bir oldu.
-Turgut bu ne!
+Ne olmuş?
-Abi hayatım da içtiğim en berbat çay, ne koydun buna?
+Ne katçam su ve çay!
Dedikten sonra bir yudum da o aldı ve anında tükürdü.Gittik döktük çayı, yeniden demledik.Turgut doldurdu çayları bir yudum çektim yine tükürdüm
-Allah cezanı vermesin Turgut bu ne ya!
+Oğlum Vallahi bilmiyorum neden böyle
Dedik bu akşamda çay içmeyelim birşey olmaz.Kola ile kitap başında geçirdik  akşamı.Ertesi gün tekrar çay yapacağız.
-Bu sefer ben yapacağım sen karışma! dedim.
Çayı demledim, birer bardak doldurdum.İlk sen iç dedim Turgut'a.İçmesiyle tükürmesi bir oldu.Demleye demleye çay kalmadı zaten evde vazgeçtik o akşam da  çay içmekten.Uykumuz geldi ilerleyen saatlerde, malum sabah Turgut sınava gidecek erken yatalım dedik.Tam uyumak üzereyken;
-Uyudun mu ? diye seslendi.
+Evet, dedim
-Peki sabah söylerim dedi.
+Oğlum manyak mısın nasıl cevap vericem sana uyusam!
-Çayın neden öyle olduğunu anladım
+Neden
-Şekerin içine karınca girmişti bende kaçsınlar diye tuz attım dedi.
+Oğlum toz şekerin içine tuz mu atılır ya ? deyip biraz kızsam da, gülmekten kendimi alamadım.Sabah olduğunda bir ara gülmekten karnıma ağrılar girdiğini bile hatırlıyordum,gülerken uyuyakalmıştım.
Neyse sabah KPSS'ye girdi.Çıktığında ;
-Nasıl geçti dedim
+ Gayet iyi dedi

Biz sınav sonuçlarını beklerken,sınav sorularının çalındığı için sınavın iptal olduğu açıklandı.Yeni bir sınav yapılacağı duyruldu,tekrar sınava girdi Turgut.Bir sonraki sınavdan sonra ;
-Nasıl geçti diye sorduğumda
+Hiç iyi değil , dedi.
Neyse gel gelelim KPSS'den beklediği olmadı.Daha sonra üniversite sınavlarına gireceğim dedi.Hazırlandı girdi
 bu sefer de şifreyi çözememiş beyefendi , yine olmadı.İnatçı bir çocuktur biraz Turgut, tekrar hazırlandı bu yıl yine girdi sınava.Bu sefer sonuçlar da açıklandı çok şükür fena değildi bizimkinin puanı yerleşicek inşallah bir yere derken... ÖSYM'den açıklama geldi:
 -'Sıralamalar yeniden yapılacak'
Bu haberi duyar duymaz aradım Turgut'u:
-Kardeşim ÖSYM de suç yok suç bizde
Tuzluyarak içmeye alıştıysak,
Tuzluyarak yemeye de alışmalıydık!!

Ekstra bilgi

Bugün ABD'nin simgesi olan 'Özgürlük Heykeli' Osmanlı tarafından yaptırılmıştır: Süveyş Kanalı Osmanlı Mısır'a hakim iken açılmışıtır. Mısır valisi bunun şerefine kanalın yanına bir heykel yaptırır. Bu heykelden daha sonraki Mısır valisi tarafından vazgeçilir. Heykel Fransızlara yaptırılmıştı. Fransızlar da bu heykeli ABD'ye jest olsun diye hediye ederler
Kimin canı sağolsun?
5 dakikalık yere bir kişi fazla almak için 45 dakikada götüren minübüs şoförünün de canı sağolsun

Hakan KORKMAZ...
Semih AYTAÇ'a Özgürlük anıtı hatırlatması  için teşekkürler



19 Temmuz 2012 Perşembe

MAHALLENİN MUHTARI

Bugün haberlere göz atarken  '' Muhtardan alkış alan yumruk'' diye bir habere takıldım, haberin o özeti şu;

Elazığ'da Akçakiraz beldesindeki bir mahallenin muhtarı köylerine 3 aydır su verilmediği için köylüyü de toplayıp belediyenin önüne geliyor gelirken yerel basını da beraberinde getiriyor ki sesini duyursun! Bütün ahali hep bir agızdan başlıyor siteme belediye başkanı köylünün sitemleri karşısında kalabalıktan istifade edip, binip arabasına sıvışıyor ortalıktan sonra bir belediye çalışanı ile kameraman arasında itişme yaşanıyor.Bunu gören ''kahraman muhtar'' adamın üzerine yürüyüp suratına 2-3 tane indiriyor, köylüler  zar zor ayırıyor muhtarı

Normal de suçlayıp üzerine gitmemiz gereken taraf belediye iken sen öyle bir şey yaptın ki  muhtar haklı olduğun davada haksız duruma düşmek  nasıl olur gösterdin herkese, bravo sana! İyi ki kameraları almışsın yanına yoksa kim nasıl kaydederdi senin kahramanca davranışını!!

Bir de deriz ki '' şiddetle bir yere varılmaz''. Bizim muhtar vardı ama, getirdi kameraları yaptı şovunu kaptı oyunu. Muhtar gönülleri fethetti.Haberler de bile yaptığını haklı gören  başlıklar doluydu.Muhtar bir taşla kuş katliamı yaptı resmen,bir yumruk şovla ;

 -Ana haber bültenlerine çıktı
 -İsmi artık ''Şöhret muhtar'' oldu
 -Mazlumun savunucusu, köyünün kahramanı oldu
 -Eşine dostuna ''nasıl patakladım  ama! '' diye havasını attı
 -Bir sonraki seçimlerde işini garantiledi
 - E okadar haber olduktan sonra belediye buna sessiz kalamayacağına göre muhtemelen yarın sular da gelir köyüne... Değme muhtarımın keyfine.Türkiye'de yaşıyorsan ''şiddet şart'' Bravo muhtar!

15 Temmuz 2012 Pazar

TÜRK FUTBOL'U NEREYE GİDEMİYOR?



Herkesin ağzına sakız olmuş artık ‘’Türk futbolu nereye gidiyor’’ cümlesi.Ben söyliyeyim size o zaman; Türk futbolu hiçbir yere gitmiyor,gidemiyor.Bunun suçu da her zamanki gibi günah keçisi olan taraftara atılıyor, ne yapmış peki taraftar?

 -Sahaya girmiş, meşale yakmış,kavga etmiş falan filan bir sürü suçlama var taraftarın üstünde.Yöneticiler,başkanlar,gazeteciler hatta bazı provakatif futbolcular ortalığı karıştırıp ondan sonra vay efendim kafama çakmak attılar, sahaya indiler yok bana küfür ettiler diye isyan ediyor.Çünkü sen hak ediyosun kardeşim kafana çakmak yemeyi de , küfür yemeyi de!!



Her maç trübünleri hınca hınç dolduran taraftarı şike olaylarına bulaştırısan, sen kendi memleketinin takımını Avrupa’da yüzüstü bırakırsan, sen öteki takımın başkanına hakaret edersen,sen saha ortasında taraftara ‘’kafanı keserim’’ hareketi yaparsan,maçtan önce rakip takımla alay edersen, taraftara gazı verip ondan sonra ‘’centilmen bir maç olsun ‘’ diye yalan söylersen,gidip rakip takımın futbolcusunu ‘’seni alıcaz’’ diye ayartırsan,konuşursam ‘’herkes yanar’’ diye açıklamalar yaparsan,sen gazetecilere ‘’ seni evden aldırırım’’ dersen,sen futbolcunu kimse çalmasın diye dağ evinde saklarsan,şampiyon olan takımın kupa törenine kramponlu adamdan çok kıravatlı adamla katılıyorsan , rakip takımı taraftarın önüce atarsan,soyunma odası basarsan,futbolcuyu tokatlarsan,sahada futbol değil kavga edersen ,sen kulübünden milyonlarca lira açık verip elini ayağını çekip gidersen, bir maça bile çıkarmadığın topçulara milyonlar ödüyorsan,kulübünden ayrılan topçuya’’ karaktersizmiş’’ diye lanet edip onu taraftara yem ediyorsan,sen ezeli rakibine kötü gününde tekme vuruyosan,ben başarılı olamazsam kimse olamasın diyosan,Avrupa’da zirveye tırmanmış hakemlerını bile menfaatlerin dogrultusunda asıp-kesiyorsan,sen zencisin sen beyazsın kavgasını yaşıyorsan,deplasmana taraftar götürmüyorsan,bol bulduğun biber gazını acımadan taraftarın gözüne gözüne sıkıyorsan kısacası futbola futboldan başka her şeyi sokuyorsan anormallik kimde o zaman
Taraftar sana az bile yapıyor emin ol!!

Taraftar sana her yerde destek vermekten başka ne yapmış ? Her gün televizyonlara çıkıp Türk futbolu nereye gidiyor diye soranlar Türk futbolunu uçuruma sürükleyen adamlardan başkası değil.Yıllardır ‘’Türk futbolu artık yükselecek’’ vaatlerini duymaktan sıkıldık.Vampir gibi yapıştınız futbola canını okuyorsunuz.Her gelen kendi burnunun doğrultusunda gidiyor.


Bence siz çekin elinizi ayağınızı Türk futbolundan bakın o zaman nasıl işler tıkır tıkır ilerliyor

Hakan KORKMAZ…

13 Temmuz 2012 Cuma

HANGİ 7 TEPE?

7 tepeli İstanbul lafını duyunca hepimiz tepeleri düşünmüşüzdür elbette. nerede bu tepeler diye? muhetemelen de hepimizin aklı aynı şekilde çalıştı, başladık sıralamaya ''tepe '' isimli bütün ilçeleri;

Çamlıca, Seyrantepe,Kartaltepe,Göztepe,Fikirtepe vs 
 ama bunların hiçbiri İstanbul'un yedi tepesinden biri değildir. İstanbul'un yedi tepesi sur içinde yer alır. Fatih ilçesine birçok gidenlerimiz dahi bu tepelerin hangi tepeler olduğunu bilmez. İyide bize ne demeyin artık öğrenelim şu tepeleri;
1- Topkapı Sarayı, Ayasofya bulunduğu tepe.
2- Çemberlitaş ve Nuriosmaniye Camiinin bulunduğu tepe.
3- Beyazıt Camii, Üniversite ve Süleymaniye'nin bulunduğu tepe.
4- Fatih Camiinin bulunduğu tepe.
5- Yavuz Selim Camiinin bulunduğu tepe.
6- Edirnekapı semtinde, Mihrimah Sultan Camiinin bulunduğu tepe.
7- Kocamustafapaşa semtinin bulunduğu tepe. 

Alın size 7 tepe kullanın tepe tepe...

 Semih Aytaç...

PEMBE YALAN YOKTUR, ELİMİZDEN GELEN EN BÜYÜK YALANI SÖYLÜYORUZ

Yolda, evde,işyerinde kısacası günlük hayatımızın her yerinde çok yalan söylüyoruz.Hem de doğrusunu söylediğimizde başımıza hiçbir şey gelmeyeceğini bildiğimiz halde,hem de öyle böyle yalan değil en kuyrukluları;

Çok sıkıştığımız ve tuvalete ihtiyacımız olduğu anda kendimizi dükkanına attığımız ilk esnafın '' Tuvalet yok bizde '' demesi kadar komik bir yalan var mı mesela ? Kendin pet şişeye işemediğine göre , neden komik duruma düşmeyi tercih ediyorsun ? her nekadar yüzüne söylenmese de içten içe bir '' siktir '' yediğinin farkına varmalısın
**************************
Her sigara zammından önce tekel bayilerin sigaraları raftan indirip, siz sigara almaya gittiğiniz de, parasıyla   size sigara satmaması mesela. Gazetelerdeki boy boy ''sigaraya zam''  haberlerini görmemiş olduğumuzu sana düşündüren şey ne acaba? bal gibi biliyoruz o kıytırık kümes görünümlü deponda koli koli sigaraları erkendden alıp, stoklayıp , zam gelmesini beklediğini. Yapma bunu bakkal kaptan...
**************************
Akşama kadar çalışmışızdır, ya da izinli bir günümüzdeyizdir ve  eş-dostla bir mekana  gidip çay içmek isteriz.
garsona seslenip cevabını bildiğimiz  halde ''çay taze mi usta ? diye bir soru sorarız  '' tabiki taze abi''  sonra çay gelir çayın rengi der ki: ''Abi ben 2-3 saatlik çayım bugün işler kesat, kimse gelmedi sana kısmetmişim. Eee sende şimdi beni alıp adamın kafasından aşağı dökemeyeceğine göre en iyisi sen beni iç ,bir daha da buraya gelme! ''
      hiç gerek var mı usta? sattın bize 2 çay o da tuttu 2-3 lira, kaybettiğin belki de daha fazlası bir de ekstradan kulakların çınlıyacak ne gerek var ? 
*************************
 Evde ekmek bitmiştir, evin çocugu X'de bilgisayar başındadır. Anne mutfaktan seslenir '' oğlum ekmek bitmiş koş şu bakkaldan 2 ekmek al'' diye . Sonra X fırlar ekmek almaya ama gidderken oyun kapatılmaz bakkala gidiş geliş süresi hesaplanır ve oyuna ona göre yön verilir.Bakkaldan ekmek kalmadı lafını duyan X'in bütün planları bozulmuştur, hemen mekanizma çalışır ve eve geri döner, annesinin karşısında eli boş nefes nefese dikilen X'in ilk lafı '' anne her yere baktım ekmek kalmamış'' olur.Ulen sıpa ne gerek var buna  kendin aç kalıcan haberin  yok...

Bunlar sadece okyanusta damla olanlar , o kadar çok yalan söylüyoruz ki birileri bize bunları söylediğinde inanmıyoruz  '' ben yapmıyorum'' deyip yalanımıza birde kuyruk takıyoruz.

Sonra birileri memleketimizi,cebimizi dolandırıp köşeyi döndüğün de ''Ülkeyi soydunuz '' diye isyan ediyoruz. Herkes kendı çapında çalıyor bence sen çay parasından çalıyorsan, adam kaldırım taşından çalıyor, sen kıytırık tuvaletını ücretsiz kullandırtımıyorsan  adam da kıytırık okulunu ücretsiz kullandırtmıyor.Sadece tepedeki zihniyet değil bence biz komple değişmeliyiz
                       Ve bence çok kötü yalancıyız...
                                                                                                 Hakan KORKMAZ...

11 Temmuz 2012 Çarşamba

EKONOMİ TIKIRINDA- CARİ K'AÇIK'



Türkiye'nin mayıs ayı cari açığı açıklandı. Bilmeyenler için söyleyeyim cari açık ithalatın ihracatı geçmesidir. Mayıs ayındaki cari açık beklentilerin altında gerçekleşti. Gözümüz aydın ki cari açıkta bir düşüş yaşanıyormuş; ama ne düşüş. Mayıs ayı cari açığımız 5.83 milyar dolarcıkmış. Yıllık bazda beklenti 66.9 milyar dolar. Büyüyen Türkiye için hiçbir şey(!) Türkiye'nin geçen yılki gayri safi yurtiçi hasılası 772,298 dolardı ve geçen seneki cari açık 77 milyar dolardı.
                                                      *************

Yani Mayıs ayında kendi cebimizdeki parayı harcayıp üstüne birde o ayda fazladan 5.83 milyar dolar harcadık. Üretmeden tükettik yani. Bu gerçek, büyüyen Türkiye sloganına ne kadar da uygun. Anti parantez Türkiye geçen yıl global kriz döneminde yüzde 8.5 büyüdü. Dünya yerinde sayarken ya da gerilirken biz Çin'den sonra en çok büyüyen ülkeydik. İşin tuhaf tarafı Türkiye geçen sene tarihinin en büyük cari açığını verdi. Sizin anlayacağınız geçen sene de borçlanarak büyüdük. Şimdi internetteki haber sitelerini açtığınızda, televizyondaki haberlere baktığınızda ya da gazetelere baktığınızda mayıs ayı cari açığı beklentilerin altında gerçekleşti, cari açık daralıyor, ekonimi tıkırında gibi yazılar göreceksiniz. Mayıs ayındaki cari açık geçen seneki mayıs ayındaki cari açığa göre %0.5 az, 2011'deki cari açık 2010'daki cari açıktan 30.45 milyar dolar fazlayken ve cari açıkta 2010 yılına göre %65.3'lük bir artış gözlenmişken siz böyle haberleri pek gördünüz mü? Belki görmüşünüzdür ama kimin umrunda Türkiye Avrupa'nın krizde olduğu bir dönemde %8.5 büyüdü.                                                      **************
   Türkiye'deki cari açık oranı fazla diye uluslararası derecelendirme kuruluşları Türkiye'nin kredi notunu yükseltmiyor. Ama olsun cari açık 8 9 aydır azalana azala küçülüyor. Gıdım gıdım düşme başarı olurken, büyük cari açık artışlarında başarısızlıktan söz edilmiyor. 
   Cari açığın en büyük kalemini hiç şüphesiz ki enerjiye ayrılan para oluşturuyor. Her yıl petrole doğalgaza 30-40 milyar dolar para ödüyoruz. Petrolün varil fiyatında 1 dolarlık artış bize 10 milyon dolarlara mal oluyor. Enerjiye bu kadar büyük para harcamamızın en büyük sebeplerinden biri de Türkiye'de üretilen elektriğin % 60 gibi bir oranla doğalgazdan üretilmesi. Yani bizim harcağımız elekterik de cari açığı körüklüyor. Boşuna çalışan televizyon boşuna yanan ampuller biraz daha cari açık denilen bu canavarın büyümesine neden oluyor. Diyebilirsinki benim harcağım elektrikten ne olacak, elbette bundan bir şey olmaz; ama toplumun büyük bir bölümü sizin gibi düşünüyorsa o zaman iş vahim.                                                       ***************
   Biz petrole geri dönelim. Süleyman Demirel'in meşhur bir sözü vardır 'Türkiye'de benzin vardı da biz mi içtik.' tamam anladık Türkiye'de çıkan petrol az illa dışarıdan almamız gerekiyor da peki yıllık cari açıkta fazladan oluşan 30 milyar dolar nereye gidiyor. Bu 30 milyar dolarında önemli bir kısmı da nelerden kaynaklanıyor biliyor musunuz?  Ben söyleyeyim hani o aldığımız pahalı cep telefonları var ya hani o evimize aldığımız bilmem ne marka yabancı elektronik aletler var ya oraya gidiyor. Sadece hükümeti eleştirmek kolay, başkasına suçu atmak kolay. Peki biz kendimizi ne kadar eleştiriyoruz. Tek suçluyu hükümet olarak göstermek ne kadar doğru. Hükümet senin aldığın pahalı cep telefonlarına, bilmem ne marka bilgisayarına nasıl karışacak ya da karışsa sen buna ne tepki vereceksin. Hükümeti yine yerden yere vurmayacak mısın?                                                       *****************
   Ama yok biz bilmeyiz kendimize çuvaldız batırmayı!
   Neyse biz hükümeti eleştirmeye geri dönelim bizim ihracatımız en önemli kalemi ne biliyor musunuz? Otomobil. Hani sırf arabanın parçaları burada monte edildi diye 'TÜRK MALI' sayılan araçlar bizim en çok ihraç ettiğimiz mallar. Başbakan geçen aylarda yerli otomabilin yapılmasını istemişti ya, işte biz 'yerli olmayan' yabancı firmaların genellikle Türk ortaklarıyla Türkiye'de kurmuş oldukları fabrikalardan çıkan araçları satıyoruz. 
   İhracatımızın en önemli kalemlerinden bir diğeri de elektronik eşya. Hani parçalarının en az %20'sini dışarıdan aldığımız elektronik eşya. Mesala biz televizyon sektöründe iyi bir durumdayız. Avrupa'ya televizyon ihraç ediyoruz. Led tv ihraç ediyoruz. Biliyor musunuz ki o led tvlerin parçalarının %50, %60 gibi oranla dışarıdan aldığımızı.
   Şimdi böyle rakamlar falan canınızı sıkmış olabilirm,okumaya üşenip satırları atlamış olabilirsiniz,, iyi de bize ne diyebilirsiniz, oda size kalmış....


Semih AYTAÇ
     

10 Temmuz 2012 Salı

Tanrı Parçacığı ''Tanrı kolpacığı''


   Higgs Bozonu yani Tanrı Parça-cığının bulunduğu iddaa ediliyor. Cern'deki bilim adamları yıllardır evrenin oluşumunu açıklamak için ter döküyor.Büyük Patlama deneyi, Kara Delik derken bugün Tanrı parçacığı gündemde...

Peki  neden ''Tanrı Parçacığı''? 

Parça-cık adı üstünde , duyduğumuz zaman etkilenmeyeceğimiz bir isim olurdu, ama siz buna Tanrı Parçacığı derseniz işte orda ''hadi canım'' etkisini alırsınız,kulağa dolu dolu gelir insanlar merak eder.

Öyle de oldu zaten hemen atladık ''aaa! herifler tanrı parçacığını bulmuş abi! '' diye.Nedendir bilinmez hayran olduk'' Tanrı Parçacığın'a''. Aslında o parçacığın Tanrı Parçacığı olduğu da kesin değil.Yapılan açıklamada yeni bir parçacık bulunduğu ve bunun Tanrı Parçacığı ola-bilme ihtimali üzerinde duruluyor.Yani '' birşey bulduk ama ne olduğunu henüz biz de bilmiyoruz'' un kibarcası diyebiliriz yapılan açıklamalar için

Amaç ne ?
Cern'de yapılan araştırmaların hepsi aslında doğadaki bütün varlıkları oluşturduğu varsayılan parçacığı açığa çıkarmaya yönelik yapılıyıor.Yani bize üzeri kapalı '' Tanrı'nın olmadığını size ispatlayacağız'' deniyor.Biz de sazan gibi atlıyoruz.

Allah inancı olmayan insanlara, Allah'ın olmadığını kanıtlamak için yapacakları deneylere milyon dolarlar verip sonra bize bir yaratanın olmadıgını ispatlamalarını bekliyoruz.Birileri  ''yaşasın tanrı yokmuş herşey serbest'' diye bağrmamızı bekliyor ama bunu hemen değil emin adımlarla, her gün bir başka birşey bulduk diyip bizi alıştırarak yapma peşindeler.

Cern'de dünden bugüne yapılanları yazsam sayfalar almaz elbette ancak şu benim için kesin  aç bir Kur'an oku kardeşim sana nerden geldğin ve nereye gideceğin açık açık söylenmiş,hiç gerek yok Bozona  falan
                          
                                     '' Kıçınızdan element uydurmayın aq''


Hakan KORKMAZ

9 Temmuz 2012 Pazartesi

Nasıl Bilirdik Samsun’u


                                                    
           Duyardık çocukluğumuzda da Samsun’un adını  , bilmezdik ama nerdeydi  ? hatta çoğumuz           duymamışızdır  okula başlayana kadar Samsun’u.

    Okula başlayınca duymaya başladık onun adını sık sık,  ‘’19 mayıs 1919 da Atatürk Samsun’a çıktı ‘’ cümlesinin ardından önem kazandı Samsun gözümüzde.Burdan başlamış Atamız memleket kurtarmaya dedik , Samsun  artık bizim için farklı bir şehir oldu o anda, okul yıllarımızdan ‘’iyi’’  biliriz Samsun’u…
Bakkala tek gidebileceğimiz zamanlara geldiğimiz de duyduk biz yine Samsun’u .Çocukluğumuzun kahramanı olan babamız ‘’Oğlum bana bakkaldan bi kısa Samsun al’’diye seslenince duyduk yine onun adını.’’Bi kısa Samsun bakkal amca’’ dediğimizde gördük bi kutuya sıkıştırmışlar koskoca Samsun’u, tütünüyle tanıdık bu kez ama sevmedik sanırım kahramanımıza acı çektiren Samsun’u…
  Coğrafya’da duyduk sonra  Samsun’u kuzeyde olduğunu öğrendik,önemliymiş Samsun  ülkemizin kalkınması için.Karadeniz bölgesindeymiş verimli toprakları varmış , bol yağış alırmış Karadeniz bölgesi , metrekareye en çok yağış  Karadeniz’de düşermiş mesela, o derece yani.
 Böyle öğrendik  bugüne kadar  Samsun’u ama öğrenemeyenler kalmış bu ülkede daha…
Koca koca apartmanlar yaptılar Samsun’a duyurlar,reklamlar,vaatler havada uçtu.’’Gel vatandaş canını sağlama al gel gel geeeelll’’  Can bu tatlı tabi 3’e 5’e bakmadan koştuk  hemen kapıverdik bir anahtar  ‘’Sağlam evlerden’’ …
Rahmet işte ne zaman geleceğini bilemezsin ya , bir anda bardaktan hatta kovadan boşalırcasına yağmaya başladı.Sel aldı her tarafı birdenbire , can pazarına döndü ortalık kaçabilenler,binaların tepelerine çıkabilenler kurtuldu selden ama birde bodrumdakiler vardı ki onlar o kadar şanslı değildi.10 kişi hayatını kaybetti binlerce ev kullanılmaz hale geldi , kayıplar… yaralılar…kurtarma çalışmaları Samsun’u aldı bir telaş aniden.

Koca koca binalar diktik oraya sağlam olsun canımıza bir zarar gelmesin diye binayı sağlam yaptık yapmasına ama nereye yaptık ? yaparken hiç mi etrafımıza bakmadık mesela ? Tamam  ekstrem bir yağış oldu, ama Samsun bu! , Karadeniz’de şiddetli bir yağış olmayacağının garantisini kim verebilir?
Belli ki binaları yaparken her şeyi toz pembe düşündük ‘’yok canım o kadar çok yağmaz, yani bugune kadar yağmamış’’ diye bir düşünce üzerine kurulmuş o binalar.Bugüne kadar olmaması olmayacağını mı gösterir?
Sonra sayın bakanımız Bayraktar : ‘’Binalar sağlam, binaların yapımında bir hata, bir suç yoktur.Binalarda yıkılma,göçme gibi hasarlar olusmamış sadece sel felaketine yakalanmıştır?’’diyor. İyi de bize ne binaların sağlamlığından? Derenin ortasına sağlam bina yapsan ne olur Allah aşkına.İnsanlar öldükten sonra ha göçük altında ha su altında ölmüş ne değişir ki…
Kafamız karıştı Samsun nasıl bilelim seni bir iyisin bir kötü…

 Hakan KORKMAZ...