28 Temmuz 2013 Pazar

KÖPEK GİBİ KÖPEK

  Geçen yine tuvaletteydim, elimde babama yakalandığımda ucunu koparttığım ama kıyamayıp atmadığım ve cebim koyduğum kaçak sigara ile keyif yapıyorduk. Dalmışım bir ara derinlere gitim, çocukluğuma indim ve birden hayvan sevgisi doğdu içime ve dudaklarımdan yalnızca 5 harf döküldü; 'KÖPEK' dedim kendi kendime. Düşündüm beni hiç köpek ısırmamıştı, hatta kovalamamıştı o halde nedir bu nankörlük dedim, benim neden köpeğim yok? İçim burkuldu... Attım sigarayı bastım sifona bir hısımla çıktım dışarı. Evet bir köpeğim olmalıydı benim ama nasıl bir köpek? Şu elinde sigara ile okul önlerine gelen dövmeli tiplerin beslediği nankör pitbull uymazdı bana. Evin içinde beslenen bir avuç, fare kadar ufak ama eşşek gibi gözleri olan, pekala yalaka bir görünümü olan köpek de benlik değldi. Daha farklı bir şey olmalı, böyle büyük bir şey sonra birden bi 5 harf daha takıldı dilime... 'ÇOBAN' işte beni tarif eden kelime buydu karakterimi cat diye ortaya koyuvermişti. Saf , temiz, emektar... her şey demekti. Çoban köpeği babası göndermemştir okula, ilkokul terktir, cahil değildir ama hayat üniversitesi mezunudur, hem efendi hem dürüst, delikanlı bir köpek. Kuru ekmek suya kanaat eder. Yatacak yer beklemez, havlamaz, ısırır. İri yarı , simit kuyruklu kaslı mert bir köpek. Hayatın kazıklarını yemiştir, bozulmamıştır ama, yarı yolda koymaz, karıya kıza bakmaz, yağlı yemek için kimsenin yüzünü yalamaz, dik başlı, ağır bir köpek. Okey masasındaki dost kıvamındadır. Kavgadaki levyedir, gerekirse masaya yumruğunu vurur, okuldan kaçan oğlunun kulağını çeker, ağzı var dili yok, heybetli mahalle abisi şerbetinde bir köpek. Evden işe işten evedir, kaşı gözü oynamaz, sadıktır çoban köpeği, namusludur, yediği tabağa pisletmez, ihanet etmez ve bir çoban köpeği asla bacaklarınızı düdüklemez. Çoban köpeği, köpek gibi köpek...

18 Şubat 2013 Pazartesi

BEN BU İŞİ ALIRIM

Öncelikle mailinizi yaklaşık 2 yıl önce vermiş olduğunuz bir ilandan aldığımı belirterek lafıma başlamak istiyorum. Sanırım ben gelecekte yazarlık yapmak istiyorum ve reklam metin yazarlığına büyük bir merakım ve ilgim var. Şimdi aklınıza madem bu kadar merakın var nasıl 2 yıl  boyunca ilanımızı fark etmedin? diye bir soru takılması gayet muhtemel olmakla birlikte çok acımasızca bir önyargı olur benim için. Yani aslında henüz maçın başında kendi kaleme attığım bu nefis golden sonra durumu nasıl toparlarım bilemiyorum ama bunun için çabalayacağım.Aslında özgeçmiş atacaktım fakat geçmişimin özüne bir göz attığımda size uygun bir eleman olmadığımı gördüm, ya da tamam madem biz bizeyiz yalana gerek yok geçmişimde hiç eleman olmadığımı gördüm ben. Sonuç olarak bana ihtiyacınızın olmadığının farkındayım ama ajansta her zaman boş duran bir sandalye vardır, bundan eminim. Vardır di mi? gerçi ''boş sandalye var mıdır?'' diyorum ama  hiç  sormadım, ortada bir ajans vardır umarım? yani  oturup da evde yazmıyorsunuz herhalde o kadar metni? bak ama evde yaz getir falan derseniz olmaz onu baştan söyleyeyim, yani bir odayı fazla görmeyin bana. Tamam oda biraz fazla oldu kabul, iki göz çekmecesi olan bir masa yeter bana. Ben, beni sadece ihtiyacınız olduğunda kullanmanıza müsaade edemem kusura bakmayın. Allah'a şükür aç değiliz açıkta değiliz yani, kendi ekmeğimizi kendimiz pişirebiliyoruz ama mecazen değil  gerçekten pişiriyoruz biz inanmazsınız bak. Ekmekçiyim ben sayın dünya çapındaki ajans, baba mesleği gibisi var mıdır sorarım size? varsa da bizi bulmamış şimdiye kadar.Bakın benim dedem de ekmekçi imiş, yani babam da baba mesleğini sürdürüyor o derece ekmekçiyiz yani hafife almayın bence. Aslında dedem 70'li yıllarda Alamanya'ya gitme fırsatı yakalamış hem de kalifiye eleman olarak, bi düşünün ya  Alamanya diyorum bakın Almanya değil. O yıllarda 'Alamanya' denilince insanların neler hissettiğini bi düşünün...? düşünmediniz di mi? şimdi onu bile düşünmeye üşenen birine ben iş başvurusu yapıyorum bakın, bir de bu açıdan düşünün şuan neler hissettiğimi. Neyse dedem gitmemiş ama, köyünün tezek kokusunu değişmezmiş Alaman makinelerinin gürültüsüne. Ve her seferinde '85 yasındayım, hastane yüzü görmedim çok şükür' diye başımıza kakarak ne kadar doğru bir karar verdiğini perçinlemekten alıkoymaz kendini. Ama vaktiyle gitmiş olsaydı şimdi benim size ihtiyacım olmayacaktı belki de, belki de ajansınızın olduğu bina şimdi bizimdi. O zaman da mı almazdınız işe ? alırdınız tabi ki çünkü kaz gelicek yerden tavuk esirgenmez değil mi?  siz de haklısınız menfaat dünyası işte. Ama benim kapım size her zaman açıktır aklınızda olsun, sadece ekmek yapmıyoruz biz pasta falan da var bizde. Yani düğün, nişan, doğum günü ve her türlü özel organizasyonlarınızda 'size bir telefon kadar yakınız'. Yalnız slogan nasıl ? etkileyici değil mi? tıpkı usta bir reklam metin yazarının ellinden çıkmış gibi bence. Bakın beni kullanın, değerlendirin beni, faydalanın benden yani ne diyeyim daha? yoksa vallahi gidip ekmekçi olacağım yazık olacak size de bana da. Parayı dert etmeyin aramızda üçün beşin lafı olmaz bu saatten sonra. Tek amacım CV'ye yazabileceğim international ( kelimeye dikkat! hani ingilizce biliyorum diyecek kadar kötü bir metin yazarı değilimdir. Ama şimdi düşündüm de bunu parantez içinde yazarak sanki size hakaret etmiş gibi oldum, sanki siz bunu anlayamayacakmışsınız gibi bir muamele yaptım resmen ya, afedersiniz)  bir firma olsun, bu CV'me yazacağım ilk iş olacağından çıtayı yüksek tutuyorum ki yarın bir gün bir fırına falan iş başvurusuna gidersem bana büyük faydası olur , nasıl başlarsa öyle gidermiş der hep dedem. Neyse babam çağırıyor beni ekmekleri fırında unuttum, yanmasın. Yolunuz düşerse beklerim, görüşürüz...

28 Ocak 2013 Pazartesi

BAŞLADIĞI GİBİ BİTER HER ŞEY

Gözlerim ansızın okula gitme saatimden yarım saat daha erken açılmıştı. İçimdeki derin heyecanın yanı sıra üzerimde ise yorgan yoktu, başımın altında da yastık... resmen yerdeydim ben. Kafamı kaldırıp çekyata baktığımda abim bir anakonda misali yastığımı bacaklarının arasına almış, öz evladıymışcasına   yorgana sarılmış kendi krallığını ilan etmişti sanki. Ama iyiki de uyanmıştım erken, iyiki de atmıştı beni aşağı abim... bugün büyük gündü ve ben abimi uyandırmayarak intikam alacaktım. Gol atacaktı Tsubasa inşallah!iki hafta sonra nihayet geçmişti ortasahayı ve atacaktı eminim! o atacaktı vakabayaşi tutacaktı. Sonra okula gidip çöpten bulup üzerinde tepindiğimiz kola kutusu ile sınıfı toz duman edecektik.Edecektik etmesine ama televizyonda karıncalı ekrandan baska hiç bı halt belli olmuyordu, butun bınanın ortak kullandıgı eskı pusku anten yıne bozulmustu. Hemen pratik zekamı çalıştırıp koşup  mutfaktan aldğım çatalı vitrinin arkasında komando gibi sürünerek uydu girişine tıkadım sonra teyip güzel çeksin diye babamın bağladığı bakır teli söküp çatala bağladım, onu da ordan uzatarak kapının demirine bağlayıp istediğim görüntü kalitesine ulaştım.Biraz dikkatli bakıldığında Siyah formalılar ve beyaz formalıları ayırt etmek çok da zor değildi.Şimdi tek sorun Televizyondan gelen cızırtılı, kulak tırmalayıcı seslerdi.O sorunu da kumandanın yeşil olan  tuşuyla çözdükten sonra sıra tsubasayı seçebilmeye gelmişti. Onu bulmama yardımcı olacak ip ucu ise bütün takımın yokluktan kırıldığı soyunma odasında Tsubasa'nın hiç yalnız kalmıyor oluşuydu.Maça çıkmadan önce kız arkadaşıyla konuşacaktı kesin, orda bi kez görsem maç boyunca onu takip edebilmeyi başarabilirdim, ve oyle de oldu Gözüme alın bölgesındeki kahkülleri ve ense bölgesindeki saçlarının sivri kısmını not ettim. Nıhayet nankatsu takımı maca baslamıstı, uzun süren pas trafiği gözlerimi yormuş fakat ceza alanına haala girilememişti tam top tsubasa ya geldiği anda ise onun sakatlanması... ? sanırım bu benım bedeviliğim abiminse ayılığı anlamına geliyordu. Sabah sabah yine uykumdan olmuş, gözlerime işkence etmiştim.Artık kendimi okuldan sonraki yukarı mahalle ıle olan macımıza odaklamıstım.Sınıfta bütün arkadaşları rakip takımın kalecisi Hasan'a karşı sıkı sıkı tembihledim. Çünkü Hasan her maç çaktırmadan kaldırım taşlarından yaptıgımız kaleyi küçültürdü, Okuldan sonra hemen kendımızı sokağa attık, anlaştığımız yerde buluşup 21 adım sayarak kaleleri kurduk. Maçı ben ayarladığım için takımın kaptanı da bendim o gün ve bir kaptan olarak bana forvette oynamak düşerdi. Takımın amele yükünü arkadaslara yukledıkten sonra ileride yatmaya başladım, adam kovalamıyor, pres yapmıyordum ve sadece takıma gaz verırcesıne bagırıp duruyordum. Tam o sırada Recep'in Servet Çetin gibi araya saldığı top benı kalecıyle karsı karsıya bırakmıstı, ayagımın ıcıyle plaseleyıp gol dıye kosmaya basladım ama Hasan da 'direk! direk! ' diye bana dogru kosmaya basladı, sonra ben Recep'e doğru koşmaya başladım, Recep'te Ahmet'e, Ahmet de eve dogru kosmaya baslayınca işin rengi değişti. Onlar kovalıyor biz kaçıyorduk sonra 'kaleyi küçülttünüz' deyip biz kovalamaya başladık, tuhaftı şimdi kovalıyorsak az önce neden kaçıyorduk ?  Hasan kaçarken ayağının dışıyla kaleyı buyutmeye çalışıyordu ama takılıp yere düştü ben de onu yakaladım sonra hasan ayağa kalktı, Hasan ne zaman bu kadar büyümüştü?  aşagıdan yukarı bak bak bitmiyordu sanki. Hemen 'kanka kaleyı kım kuculttu ya' dıye tatlıya baglamaya calıstım ama Hasan yemedi, yine kosmaya basladım ileride Receple Ahmet'e rastladım tüp arabasına takılmıs gidiyorlardı hemen ben de atladım... neyse kı atlatmıstık artık, mahalleye gelddıgımızde damagımız kurumustu. Su içmek için yanı basımızdakı evımıze gıtmek yerıne camiye kadar kosmaya karar verdık. İlk giden birinci içecekti. Bir, ikiii, üç! başladık koşmaya sanki az önce koşan, yorulan biz değilmişiz de özgürlüğümüze koşuyormuşcasına topukluyorduk. İlk ben girdim camiye ama şadırvanın önünde bekleyen ihtiyar almıyordu bizi içeri 'gidin evinizde için' diye azarladı. bizi, cami avlusunda ona küfür ederek geri cıkarken kapıda hasanları gördüm, eğer diğerlerıne de soylesem gordugumu  hıc bırımız kacamazdık. Çaktırmadan recebi caminin içine çektim, herkes namaza ddurmuştu. Sık ve düzgün duran safların arasından sankı namazdakıler bızı görmüyormuşcasına  arka kapıya dogru ılerledık ve kendımızı caminin üst kapısından sokağa attık eve de en uzak yoldan gittik. Sokağa geldiğimizde Ahmet ve diğerleri bize çok öfkeli bakıyordu. Sanki onlar dayak yerken ben de ordaymısım gıbı yapıp ' bi tanesını tuttum tam vurucaktım arkadan otekı benı itti, ben de zor kaçtım' diye yalanı atmıstım ortaya. Ama ahmet hiç hoş bakmıyordu. Sırtımı apartman duvarına verip g.tüm g.tüm kapıya dogru yaklasıp apartman kapısı acık mı dıye baktım. Evet acıktı, eger hızlı davranırsam ahmetle aramdakı 5 adımlık mesafe onun uzun boyuna ragmen kapatılamazdı. Ve oyle yaptım tek solukta Recep'i de satıp kendımı apartmanın ıcıne atıverdım, sonra kendımden emın adımlarla kurtuldum dıye zile bastım. Kapı açılır açılmaz 'nerdesın sen' dıye dduydugum ses ıle kulagımda olusan çınlama çok ani gelişmişti.Kabus gibi başlayan gün bir aydınlanmayla sona ermişti benim için.

12 Aralık 2012 Çarşamba

DEMEYİN DOSTLAR ÖYLE...

Bana ''neden mutsuzsun?'' demek için anlaştınız mı dostlar? Nerden çıkarıyorsunuz böyle şeyleri bilmem ki. Yüzüm mü asık?  kaşım mı çatık ki? Ters cevaplar mı verdim size ? Sevdiklerime mi sarılmayı unuttum acaba...?

Demeyin böyle şeyler mutsuz değilim ben çünkü artık sabahtan akşama kadar top koşturup dizlerim kan içinde akşam eve gelmiyorum, mutsuz değilim çünkü artık incir ağacından düşmüyorum ya da çıkıp orda mahsur kalmıyorum, mutsuz değilim çünkü arabalra çarpan, balkonlara kaçan topumu kesen birileri artık yok,marketten çikolata çalmıyorum mesela artık ve bu yüzden de tokat yemiyorum ki babamdan, komşunun çocuğuyla da aramda hiç bi mesele yok, arıtk üzmüyoruz birbirimizi. Varsa zillere basıp kaçtığımı gören birisi söylesin, sıra dayağı yediğimi gören var mı öğretmenimden? Peşine takıldığım tüp kamyonundan düştüğümü gören? Allah aşkına, var mı sırf annem kızmasın diye üstümü başımı yolun ortasında birikmiş yağmur suyuyla temizlediğimi gören? Annemden gizli köpek beslediğimi göreniniz var mı ? Akşam şikayete gelen komşular da yok artık ortalıkta.

Çocuklaşmayın dostlar mutsuz olmam için hiç bir neden yokken ortada...

Hakan KORKMAZ...

13 Kasım 2012 Salı

NEFES AL YETER GALATASARAY

Özlemişim... uzun zaman olmuş şampiyonlar liginde galibiyet kutlamayalı bir an şaşırdım n'apacagımı oturayım mı? zıplıyım mı? derken Turan Ustanın çikolatalı krema kokan kollarında buldum kendimi. Neyse falza uzatmadan alabildim kendimi ondan çok şükür.Maça gelince; 2 apranti atımız var çok şükür ama anlamadığım biçimde her ikiside başarılı olmayı başarıyor, Cris ve Hamit'ten bahsediyorum. Aslında
 iyi eküri olurmuş onlardan kalkmak bilmeyen iki çift popo maça damgasını vurmayı başardı helal olsun. Burak hat-trick yaptı eyvallah, ama kardeşim inan bana kahvede 70 yaşında Rıdvan Amca var kulağımla duydum ''Ah ben orda olacaktım'' deyişini, umarım seninkilerde çınlamıstır.Belki de benı en cok kahreden nokta çok iyi top oynayan Emre Çolak'ın sümük fırlatmayı öğrenmesi oldu. Ona bakınca bu aksam Servet'in kurumak bilmeyen sümük yatağı geldi aklıma. Aman Emre dikkat birader, sonun benzemesın sonra! Fatih hocaya da eldiven çok yakışmış bu arada, siyah deri eldivenlerle kiralık katil gibi olmuşsun imparator ekranda ben korktum yanındaki teknik adama Allah sabır versin. Tribünlerdeki 'Patriots (füze) yazısı da gözden kaçmıştır belki, adamlar inceden lafı giydirmiş bize de neyse görmedik sayalım. Bir de bu maç Romanya da değil miydi? ''arkadaş tribünlerdeki kadınlarda bi çarşaf eksikti bu nasıl rumen halkı'' diye içimden geçmedi değil aslında. Son olarak da kale arkasındakı bına ne cok bizim apartmana benzıyordu oyle, gitmeden anladım ki romanya ile türkiye aynı sanırım. Maçın adamını seçmedik gerçi ama hat-trick yapan burak değil tabii ki, 2 asist yapan Hamit de değil, ciğerini patlatan Umut'dan ve Riera'dan da özür dileyerek YEKTA yazıyorum tabelaya. Yekta kardesım gecenın kazananı sensın bir aylık ekmek ıhtıyacın pederin fırınından ( ben aşırıp getiririm sana, ama içecekler senden he). Hadi yine iyisin hayta!
Herşey bi yana İYİKİ VARSIN GALATASARAY... her daim senin olan Hakan(Hakanın)

4 Kasım 2012 Pazar

LA NE BOŞ ADAMLARSINIZ BEBE


A- Lan iki dakika düşürmedin şu telefonu elinden, oyununa bak biraz! ( 2-3 saniye susar) bu kadar yüz vermeyin oglum şu kadın milletine
B- Adam aşık oglum, bırak konuşsun... sen oyna oyununu.
A-Ya ne oynıycam, eşli oyun oynuyoruz ama ben tek! .Adam uçmuş
C- Tamam oyna hadi oyna kapattım! Ne anlarsın sen aşktan  (mırıldanırak rakı doldurur kendisine)
D- Bir ara taş atıcak mısınız beyler! Ulan işiniz gücünüz karı-kız (ÇAT, taş sesi)
A- He bak bunun kadar da öküz ol demiyorum... ortasını bul
D- Öhhöm!
A- Neee! Ulan yıllardır yanında bir tane kız görmedim, arkadaşız takılıyoruz eyvallah da... erkekliğinden şüpheleniyorum artık
D- Erkeklik karıyla- kızla takılınca mı belli oluyor?
C- E bi yerde öyle ama şimdi
B- E Yani... (2-3 sn sessizlik)
D- Lan bi siktirin gidin! kendi hayatınıza bakın.Yıllardır zengin hatun diye kafamızı siktin seninki nerde ?
A- Hakkaten lan,  sen neden ayrıldın o karıyla?
B- Karı hiç susmuyordu oglum, ağzını bi açtı mı kaçacak delik arıyordum. Ne zaman, napıyosun? desem kendimi bir romanın içinde buluyordum, roman okumaktan da nefret ederim zaten , çekilmez oldu bi yerde bende ceketimi alıp çıktım.
D- Haha!Çenesini tutabilen bi kadın görürsen bana da haber ver
A- Sonuçta bi kadından söz ediyoruz birader...
B- Zaten çok da zengin değildi, çenesi de bana bahane oldu işte
A- Ulan kıçında donun yok,nefesin kokuyor. Karıyı buldun bi de parasını mı begenmıyorsun (tıstıstıs .nceden gülmeler)
B- Olmayabilir... ama bu zengin ve güzel bir kadın arzuladığım gerçeğini değiştirmez
D- Ve yalnız öleceğin gerçeğini de...
B- Psikolojimi sikmeye mı geldınız lan buraya ? hadi hızlı dön hızlı , kimdeydi sıra ?
C-Bende... sen neden roman okmayı sevmiyorsun?
B- Ne ?
C- Az önce dedin ya roman okumayı da sevmem diye, neden?
B- Hee,.. çok uuzn oluyolar oğlum, 2 dakikada anlatabılecekleri birşey benim 1 haftamı alıyor
C- İyi de abi romanın özelliği o ama, betimlemeleri ne kadar iyi yaparsa o kadar kaliteli bir roman olur
A- Betimleme ne lan?
D- Ya işte karının inciğini cıncığını en ufak ayrıntıya kadar anlatıyolar ya,yok omuzunda kırmızı şal dudaklar kiraz, gözler okyanus,saçlar sırma ,göğüsler sıra dağlar...
A- Yuh, Gerçek miymiş onlar ?
D- Yok lan ne gerçeği, halüsilasyon görüyo alayı
B- Yazarlar ve şairlerle, benim kadınlara bakışımız çok farklı... onlar bir kadına kara kaş, karagöz,kiraz dudak falan diye kafadan başlarken bakmaya  ben  ilk bacaktan başlarım mesela, o yüzden hep ters gitmişimdir edebiyatçılarla
C- Abi hepiniz benden büyüksünüz, ama bi tavsiye veriyim kadınlar kitap okuyan erkeklere karşı daha duyarlıdır, zaten hiç birinizin manitasının olmamasına da şaşmıyorum
A- Hayat yaşayarak öğrenilir oğlum, kitap okuyarak, sahte dünyalarda gezerek değil. Kimsenın dunyasında gezmek ıstemıyorum, burası iyi. Eğer çıkarsa bir gün dünyamın dengesını bozmayacak biri, başımın üstünde yeri olur
B- Katılıyorum
D- Adam haklı
A- Sevgilin de okuyor mu?
C- Hukuk fakütesinde
B- Oo başın dertte oglum senin
D- Allah yardımcın olsun
C- Neden ?
A- Kadınların çok konuştuğu bir gerçek, buna zamanla alışmayı başarabilirsin.Bir şekilde idare eder geçiştirirsin, bazen kızarsın susar, da...  Kendine konusma yetkisini yasalara dayanarak veren bir kadının önünde hiç bi kuvvet duramaz (tıstıstıs)
C- Ne alakası var avukat olmasıyla, düşünceli biridir o sorun olmaz
B- Mistır Mühendis ve Misis Avukat... (tıstıstıs)
D- Doğacak çocukkları düşünsene, işte sana üstün ırk (tıstıs)
C- Kafa yapılacak ne var bunda anlamadım, nerden anlattım arkadaş!
A- Bak demedi deme senin çocuğun kesin astronot falan olur
B- Milletin oğlu baba paraaa! diye paçasına yapışırken senınki ben de atlıycam uzaydan baba diye yapışır yakana, sonra şikayet etme... Hassiktirrr yandım! (gülerlerken çay dökülür)
C- Ya tamam! uzatmayalım. Unuttunuz zaten oyunu da, sıra kimde ?
D- Ne sıra kimde? Sende lan işte, oyna!  (çat) (4-5 sn sessizlik)
B- Okulda zengin kızlar da var mı bari ?
C- Çoook
B- ( onu taklit ederek) Çookk. Niye demiyon lan gel takıl tam senin aradıgın ortam diye!
C- Nerden biliyim zengin hatun aradıgını senin ben, çağırırım  bir ara
A- Lan ayakkabın bile çakma, cuma pazarından almıssın belli. Üniversiteye zengin kız düşürmeye mi gidicen utanmadan
B- Ne çakma? bu mu çakma? bak bakalım ( ayakkabıyı çıkarıp gösterir) etikete bak, gerçi anlamazsın Almanca'dan sen . Dayıma getirttim bunu Almanya'dan. Avrupa görmüş ayakakbı lan bunlar, tek başına ayakkabımı göndersem manita yapar okulda (tıstıstıs)
D- Siktir ( fısıldayarak)
A- Almanya'da dayın mı var la senin?
B- Varmış , ben de yeni öğrendim
C- Nasıl yeni öğrendin?
B- Benim dede, Almanya'ya çalışmaya gitmiş zamanında çoluğu çocuğu köyde bırakıp, ordan para yolluyormus köye, ama dede tam çakal çıkmış bulmuş zengin bi hatun evlenmiş orda, ordaki kadından da çocukları olmuş sonra  zamanla annemler falan tanısmıslar, kabullenmısler bırbırlerını. Ben daha yeni öğrendim  üvey bi dayımın olduğunu. Bana hiç anlatmamışlardı, geçen İstanbul'a geldıler ıste hedıye getırmıs bir sürü kazak ayakkabı falan o vesileyle tanıştık, kıyak adammış ama helal olsun.
D- Senin zengin kadın merakın tohumlara dayanıyor desene ( tıstıstıs)
B- Öyle tabi oglum, bak dede kaç yaşına geldi sapa sağlam, iki karıyıda gömdü. Utanmasa şimdi bile evlenicek yaşlı teke.
A- Allah uzun ömür versin birader.
C-Amin
D-Amin
B- Lan yok! napcak o kadar ömrü yeter işte bu kadar, elden ayaktan düşmeden alıp başını gitsin.(2-3 sn sessizlik) - Hadi bi kırmızı Beş!! Çaatt!  (yıkılan ıstaka sesleri) devir devir, beyler geçmiş olsun
D- Geçmiş olsun gençler (tıstıstıs)
A- Senin yüzünden olduğunu biliyon dimi... sırıtıyor bide ya yavşağa bak
C- Benim ne suçum var abi adamlar oynadı  kazandı işte
A- Sen de oynasaydın oglum, elini mi tutular. Oyuna saygın olsun azıcık ya, almıssın eline telefonu mesajlasıyorsun sabahtan beri lan, heralde yeniliriz!
B- Tamam beyler uzatmayın
D- Alt tarafı bi akşam yemeği ısmarlıycaksınız oglum nolcak
C- Yani
A- Lan konusma taşları karıştır, yavşak. Yaniymiş! bi parti daha beyler kahvaltısına var mısınız ?
D- Sen yenile şu nargileyi o zaman beynimiz dumansız kalmasın
C- Kız da uyudu zaten, yapıştıralım bi oyun daha
A- Ulan bak bu kez bahanen de yok, valla kemerle kovalarım seni
C- Ya abi!
A- Ne amk ne ? ne abi?
C- Rahat ol abi sen, kuş sütü bile söyliycem kendime kahvaltıda
D- Fulle bardakları da devam edelim...

Hakan KORKMAZ...












24 Ekim 2012 Çarşamba

YUNAN FELSEFESİNİN BİZDE KARŞILIĞI




Felsefe,hepimizin bildiği gibi insanlık tarihiyle birlikte başlamış kısaca hayatı anlamlandırma çabası olarak açıklayabileceğimiz bir disiplindir. Temeli Antik Yunan’a dayanır ve bilinen felsefi akımların birçoğu Yunan Filozoflar tarafından temellendirilmiştir. Bunun dışında Uzak Doğu ve Avrupa temelli akımlarla da karşılaşıyoruz. Peki herkes felsefi bir şeyler üretirken biz boş mu durmuşuz? Cevap kesinlikle hayır. Sorun şu ki; düşünüp bir yerlere varan Yunan filozoflar bunları geliştirecek zamanı bulmuşlar, Türk insanı ise yemeğini bile at üstünde yediği dönemde fazla kafayı yormamıştır.Uzun uzun öğretiler yerine kısaca atasözleriyle bu işi halletmiştir.Gelelim örneklere:

Pragmatizm, temel olarak faydalı bilginin doğru olduğunu savunur ve bunu uzun uzun açıklar.Buna karşılık atalarımız bu felsefeyi tek bir cümlede özetlemiştir:
-Bana faydası olmayan kilisenin papazını s.keyim.

Feminizm; kadın erkek eşitliğini savunur hatta kadını erkekten ön planda tutar ve yine uzun uzadıya anlatır.Buna karşılık kadınlara değer verilmediği iddia edilen Türkiye’de şöyle bir atasözü vardır:
-Dünya kadar malın olacağına fındık kadar .... olsun.

Nihilizm, her şeyi, her gerçeği ve değerleri reddeder e atalarımız da reddeder tabi:
-Dünya s.kime minare g.tüme.

Deneycilik, bilginin deneyimle kazanıldığını öne sürer.Bizde de deneyim önemlidir tabi:
-Ablanın .... eniştenden daha mı iyi bileceksin.

Ayrıca bunların dışında filozoflarla aynı fikirde olmadığımız durumlar da mevcuttur. Örneğin, Herakleitos değişmeyen tek şey değişimin kendisidir der buna karşılık, Katranı ezsem olur mu şeker cinsini s.ktiğim cinsine çeker der atalarımız.

Özetlemek gerekirse felsefe tabi ki önemlidir Yunan filozoflara da saygımız var ama üzerine kitaplar yazılan bu öğretileri tek cümleyle özetleyen atalarımızın da felsefede adının geçmiyorsa mallarını o kadar afili pazarlayamadıkları içindir
Emre KAPLAN...

23 Ekim 2012 Salı

ÜSTÜ KALMASIN ABİCİM!


Sorunumuz tüccarlarla ilgili olunca muhtemelen aklımıza gelen ilk terim 'para' olacaktır.O halde öncelikle paraya değinelim.Para hakkında aklımı sürekli kurcalayan iki soru var aslında:

1) Para nedir?
2) Türk esnafı/tüccarı  için ne ifade eder?

1) Para: karşılığında mal ve hizmet almaya ve vermeye; bunların ekonomik değerlerini takas etmeye yarayan üzerinde rakamsal değerler taşıyan kâğıt veya madeni ödeme aracıdır. Kısa ve basit fakat işin içine esnaf zekası girmeyegörsün...

2) Esnaf için para demek; Gece gündüz tatilsiz çalışarak,  uğruna cumalara gitmeyerek, cenazeleri kaçırarak, uyku uyumayarak, elektrik kaçırarak, süte su katarak, ekmekten çalarak, fiş kesmeyerek, zam vakti mal stoklayarak,  yüklü miktarda alacağı malzemeden yapacağı 10 lira kârı hesaplayarak, her akşam rafların altına kaçan bozuk paraları toplayarak, 'bir tanesi şu kadar ama iki tanesi bu kadar' sloganları bularak, veresiye veren ile peşin veren arasındaki farkı gösteren tabloyu duvara asarak, dışarıdan yemek söylemeyerek, bozuk param yok üstüyle sakız al diyerek, müşterinin cebinde ki parayı mümkün olduğunca minimuma indirmeye çalışarak bitkin düştüğü durumdan kurtulmasını sağlayan el emeği göz nurudur!

Hal böyle olunca ne mümkündür esnafla anlaşabilmek.Her ne kadar babam esnaf da olsa benim esnaflarla olan husumetim (hemen hemen herkes gibi) çocukluğuma dayanır;

-Mahmut abi bana 2 ekmek bir süt ama ekmeğin altı siyah olmasın annem kızıyor bir de çıtır olacakmış
+Al abicim
-Ne kadar
+ 2 lira 40 kuruş
-Al abi ( 2.50 tl)
+Hadi oradan bir de sakız al kendine...
Sakızı aldım, para üstümü bekliyordum,
-Tamam, dedi
+Abi 10 kuruş?
-Oğlum sakız aldın ya...

Diyecek bir şey bulamayıp gittiğim anlardan biridir, yol da kendi kendime söylendiğimi hatırlarım;

- Ulan ver işte para üstünü! Evde terlikle bekleyen anne seninki değil. Ne diyeceğim şimdi anneme? hem paramla alacaksam zaten kendim alırım sana ne? Ben de sanıyorum sakız ısmarlıyor bana, he madem bir şey vereceksin bir tane cips neden vermiyorsun oradan? ya annem kızarsa şimdi?

Neyse ki eve gidince anneme 2.5 lira tuttu dedim, bir şey demedi o da.Hem Mahmut yüzünden durduk yere yalan da söylemiştim anneme, o da cabası tabi.

Taksiye binerim 9 lira tutar, 10 lira veririm ve şoför gözümün içine bakar ''Üstü kalsın mı abi dercesine'' hatta o lanet 1 lira öyle derinlerdedir ki çıkmak bilmez yerinden mübarek, her şey bir anlık gaza gelip ''lanet olsun tamam sende kalsın'' demen için tasarlanmıştır aslında. Kalmasın abi! ara bul o bir lirayı. Ben sana 10 lira verip ''abi 2 tur daha atalım mı ? '' dercesine bakmıyorsam sen de bana ''Üstü kalsın mı? '' dercesine bakma abicim.

-2 kavun al 4 lira, 3 kavun al 5 liraaaa!
+Abi 2 tane versene bana
-Abi 3 tane 5 lira!
+Yok abi yiyemeyiz ziyan olur, sen 2 ver
-Abi şeker bunlar şeker yenmez mi hiç?
+Abi yenmez sen 2 ver!
-Abi Kızılırmak kavunu bu,doyamazsın yemeye!
+Allah belanı vermesin abi pazar yerinde millet gözümün içine bakmasa almayacağım hiç birini de burda rezil edeceksin sonra beni (Diyemeyiz ya la) peki abi ver 3 tane ( artık birini çöpe atacağız ama napalım).

Gibi zor durumların içinde kalmak, yani paranla rezil olmak gibi birşey bu aslında. Yapma bunu esnaf/tüccar ya da işportacı abi yapma! Az çok kafamız basıyor nerede? kime ? nasıl? bahşiş vereceğimizi, kurnazlığın lüzumu yok.Seviyeli bir satıcı-alıcı ilişkisi kurmayı denesen ne iyi olur...

Hakan KORKMAZ








15 Eylül 2012 Cumartesi

EŞEK DEYİP GEÇME


Yıllar önce şehrin kalabalığından, koşuşturmacasından, duman kokan havasından, yatmaya alışmış ve en ufak işte bile yorulmaktan şikayet eden insanların nazından, kirli denizinden, sahte dostluklarından ve en çok da teknolojisinden ve taş yapılarından kaçıp gitmişti memleketine Süleyman dayı.Köy hayatı onun için çok kolay başlamamıştı aslında.Bir gün kavak ağaçlarını budarken düşüp kolunu kırmıştı mesela , her ne kadar iyileşse de kolunda bir aksaklık olduğu çok uzak mesafeden rahatlıkla analaşılabilirdi.Bu yüzden köy yerinde Çolak Sülo olarak bilinirdi.

Aslında köy hayatında da tam olarak istediğini bulamamıştı.Burada da insanların ufacık köy yerinde bile geçinemeyecek kadar anlayışsız olması, hepi topu 10 hane olan köyde dedikodunun arkasının hiç kesilmemesi, her zaman bir birine dargın birilerinin mevcut olması, insanların güvensizlikten bellerinde silahla dolaşması, hatta sırf tarlasına ineği, tavuğu girdi diye kanlı-bıçaklı kavgaların çıkması onu çok rahatsız ediyordu.Ama şehir hayatıyla ikisini bir kefeye koyduğunda, sabah kalktığında temiz havada, ormanlık manzaraya karşı yumurtasını soyup, kendi yaptığı ekmeğine yağ sürüp çay içme zevkini şehirde yaşayamayacağını düşünürdü.Onu burada tutan en büyük neden de buydu, nereden bilebilrdi ki bir sabah tüm hayallerinin yıkılabileceğini...

O gün kalktığında yine kahvaltısını hazırlayıp bahçeye indi, manzaraya bakınca birden dona kalmıştı, dakikalarca gözünü oradan alamadı, kahvaltısı aklına bile gelmiyordu, çayı da buz gibi olmuştu, hala inanamıyordu gördüğüne gidip yakından görmek istedi. Evinin alt tarafındaki ufak uçurumluk arazinin etrafından dolaşıp diğer tepeye geçti, gittiği yerde kendi tarlası vardı. Tarlanın tam ortasındaki şeye iyice yaklaştı ve aşağıdan başladı bakmaya, kafasını yavaşça kaldırdı yukarıya doğru, bak bak bitmeyen kocaman çapı olan üzerinden koca koca tellerin geçtiği bir elektrik direği dikilmişti tarlasının tam ortasına.Ne işi vardı bu direğin burada? Neden gelmişti buraya ? O zaten beton yapılardan kaçıp kafa dinlemek istiyordu, hem elektrik direği ondan izin bile almamıştı, çok kızdı Çolak Sülo, savaş ilan etti elektrik direğine karşı, onun en zayıf anını kollayacaktı

Her sabah kafasını yatağından kaldırıp,perdenin altından gizlice direğe bakıp ne yaptığını kontrol ediyordu. Ama o keyfini hiç bozmuyor aksine nispet yaparcasına sabah güneşiyle daha bir mest oluyordu.Bu da Çolak'ı deli ediyordu.Onu yıkmak istiyordu,hem bunun için tarlasını işgal etmesi, inekleri için en az bir günlük ot olabilecek kadar alan kaplaması, ona mutlu günlerini zindan etmesi,manzarasını bozması gibi kendince geçerli sebepleri vardı. Ama onu yıkması suçtu ve bu saatten sonra kendisine verilecek cezayı yaşlı bedeni kaldıramazdı.Bunları düşünürken aklına bir fikir gelmişti, gitti ve ahırdan eşeğinin zincirini çözdü, tarlaya götürdü.Direk yine ona inat edercesine dimdik, nizami şekilde karşıladı onu. Çolak direğin yüzüne bile bakmadı bu kez, eşeğin zincirini direğin beline bağlayıp  arkasına bile bakmadan uzaklaştı.

Direk huzursuz olmuştu,eşek döndükçe belinde dönüp duran zincir onu hem kaşındırıyor hem de gıdıklıyordu.Eş ek de sanki  kendisine verilen görevi anlamışcasına bir dakika bile yerinde durmuyor devamlı dönüyordu.Arada giderdiği tuvalet ihtiyacı da direğe yaptığı işkencenin kaymağı oluyordu.Çolak eşeği günlerce ahıra bağlamamıştı, hem eşek açık havada olmaktan mutluydu hemde Çolak eşeğin direğe çektirdiklerinden. Mutsuz olan sadece elektrik direğiydi. Bir gün, iki gün derken ihtiyar yine bir sabah kahvaltısını hazırlayıp bahçeye çıktığında yine gözlerine inanamadı ortada direk falan yoktu.Bu işkenceye daha fazla dayanamamış kaçıp gitmişti. Direk gidince boşta kalan eşek de bu fırsatı kaçırmamak için koşarak kaçmaya başlamıştı,Çolak eşeğin kaçtığını farketse de ona müdahale etmedi.Eşek, Çolak'a adeta özgürlüğünü geri vermişti o neden ona müdahale etsin ki ? bıraktı eşeği kendi haline, rafadan pişirilmiş yumurtasını çay bardağının içinde yemeyi, ekmeğini yağlayıp  mis gibi çayını yudumlamanın tadını çıkardı...

Hakan KORKMAZ...